BİRGün Yazı Dizisi:TÜRKİYE
KÜRT SORUNUNDA ÇÖZÜME NE KADAR HAZIR? -22-
Hakan Tahmaz- 6 NİSAN 2008
Çözüm silahsız Olacak!
“Kürtler de Türkler de, bugüne kadar yaşananların sürmesinden ya da tekrarından yana değildir. Bu silahla savaşan taraflar açısından da geçerlidir. Ortada bir pat durumu var ve taşları hep aynı karelerde oynatıp durmanın bir anlamı kalmadı”
Çözümü nasıl olacak tartışmasına bizi yöneten esas etmen Kürt sorununda gelinen noktanın yeni bir sürece kapı aralamakta olduğu fikrimizdi. Bu sürece nasıl gelindiğini, ne olduğu ve gelişmeleri açıklayan röportajlarda birini de yazar, gazeteci ve Türkiye Barış Meclisi üyesi Aydın Çubukçu ile yaptık.
<<Kürt sorunun çözümünde neredeyiz?
Birçok olguya bakarak, çözüme en yakın olduğumuz bir dönemden geçtiğimize inanıyorum. Her şeyden önce, sorunun tanımlanmasında önemli bir mesafe alınmıştır. Yakın sayılacak bir zamana kadar, sorunun varlığını inkâr edenler, artık çözümün biçimini tartışır hale gelmiştir. Şimdi düğüm noktası, sorunun gerçek içeriğinin saptanmasındadır. Gerek uluslararası durum, gerekse egemen çevreler içindeki derin bölünme, çözüm için elverişli koşulları geliştiren diğer unsurlardır. Her iki halkın da, artık eskisi gibi yaşayamayacaklarına ilişkin bir duyguya ulaşmış olması, yeni bir biçim altında yeniden birlik ihtiyacının su yüzüne çıkmasında etkili olmaktadır. Ancak hâlâ içerik ve kapsam bakımından bir açıklığın elde edilmesi için uzunca bir yol alınması gerektiği de açıktır. Herkes tarafından görülebilen bir gerçek var: Kürtler de Türkler de, bugüne kadar yaşananların sürmesinden ya da tekrarından yana değildir. Bu silahla savaşan taraflar açısından da geçerlidir. Ortada bir pat durumu vardır ve taşları hep aynı karelerde oynatıp durmanın anlamı kalmamıştır. Fakat yeni bir oyuna hangi koşullarda ve hangi oyuncular eliyle başlanabileceği belirsizdir. İki tarafta da bir temsil sorunu yaşandığını düşündürecek belirtiler var. Örneğin TSK, açıkça kendisini taraf ilan etmiştir ve örneğin hükümetin taraf olup olmadığı konusunda bir şey söylememiştir. Hükümetler ise, taraf olmaktan ziyade, “tarafsız çözücü” rolünü oynamayı geçerli görüyor. Bu durumda, devletin bir bütün olarak taraf olup olmadığı belirsiz kalmaktadır. Kürtler kiminle konuşacak? Diğer yandan, Kürtlerin de bir temsil tartışması yaşadığı biliniyor. Önümüzdeki süreçte en önemli sorun tarafların açık ve net olarak belirlenmesi, etkileri ve yetkileri belirlenmiş sözcülerin ortaya çıkması olacaktır. Bu da, kuşkusuz çözüm olanaklarının daha da olgunlaştığının bir göstergesi olacaktır.
<<Genelkurmay ve ana muhalefet partileri arasındaki tartışmanın arkasında ne var, Kara harekâtından geriye ne kaldı?
Türkiye’de devletin yeniden yapılandırılması sürecini yaşıyoruz. Emperyalist sistem, özellikle Ortadoğu’ya yönelik hesaplarında her ülkedeki rejim sorunlarını kendi amaçlarına uygun biçimde çözmeyi gündemine almıştır. Küreselleşme olarak ifade edilen ve gerçekte sermayenin engelsiz dolaşımının sağlanmasına yönelik bir programdan ibaret olan politikalar bütünlüğünün ihtiyaçları içindedir bu. Başta Genelkurmay olmak üzere, “eskisi gibi” kalmayı “ulusal güvenlik” bağlamında vazgeçilmez bir koşul olarak gören çevrelerle, “uluslararası sermaye”nin ihtiyaçlarına uygun olarak yeniden biçimlenmeyi gerekli görenler arasındaki çekişmeyi yaşıyoruz. Kürt sorunu bu çekişme içinde kilit bir noktada bulunuyor. Kara harekâtının aklı başında herkesin beklediği gibi sorunun çözümüne hiçbir katkısı olmadığı görülmüştür. Bir propaganda faaliyetinden ibaret kalmıştır. Kürt halkında psikolojik üstünlük duygusu yaratmıştır. Çözümün silahsız olması gerektiği kanısını da güçlendirmiş, hatta silahlı çözümün imkânsızlığına dair bir atmosferin oluşmasına da katkı sundu.
<<AKP soruna yaklaşımı nedir?
AKP, bölgede ABD politikalarının uygulayıcısı olarak yaratılmış bir partidir. Kendisine özgü, özel bir yaklaşımı söz konusu değildir. Geleneksel kökleri bakımından “duygusal olarak” ümettçi çözüm yollarına yakındır. Ancak bunun bir model olarak da, söylem olarak da geçerliliğinin kalmadığını görmektedir. Devletin 60’lı yıllardan beri el altında tuttuğu “eğitim ve kalkınma” çerçeveli, asimilasyonu esas alan politikalarıyla, Genişletilmiş Ortadoğu Projesi arasında bir telif imkânı aramakta, bunu da hem kendi toplumsal ve siyasal varlığının hem de belirlenmiş görevinin bir gereği saymaktadır. Hem orduyla ve egemen bürokrasiyle arayı bozmayacak, hem oy tabanından kopmayacak, hem de ABD’nin ihtiyaçlarını karşılayacaktır. Doğrusu zor iş. Ama bu sırat köprüsü çizgisi, yalnızca AKP’nin değil, hükümet görevi üstlenmiş her siyasi partinin (CHP’yi hariç tutabiliriz) çizgisidir. Fakat yine de diğer partilerden farklı bir görünüş çizmeyi başarmıştır. Bölgede aldığı oyların oranı bu bakımdan şaşırtıcı değildir. Kuşkusuz bunda DTP’nin kendi kitlesine yönelik olarak bir AKP hoşgörüsü aşılamış olmasının da payı vardır. Ama AKP, Kürtler arasında bir ehven-i şer olarak görülmektedir. En son Tayyip Erdoğan’ın Avrupa’dan yaptığı açıklama, TRT’den bir kaç saatlik Kürtçe yayın dışında bir vaat içermemektedir. Bu, AKP’nin politikası mıdır? Hayır, bu devletin “son direnme çizgisi”nin ifadesidir. Bu kadarını bile, “bölücülerin uzun vadeli planlarının en önemli adımı olarak” tanımlaya gelmiş olanlar için epeyce bir ilerlemedir. Ama içinde yaşaya geldiğimiz koşullarda sorunun çözümü açısından hiçbir anlamı yoktur.
<<Kürt sorunun çözümünde adımlar nelerdir?
Bunu Kürtlerin açıkça tanımlaması ve bir bütün olarak üzerinde anlaşması gerekir. Şu anda billurlaşmış taleplere bakarak, Kürtleri rahatlatacak ve kendilerini bu ülkenin yurttaşı olarak tanımlamaktan gocunmayacakları bir duruma yükseltebilecek ilk önlemler şunlar olabilir. Dil ve kültür yasaklarının tümüyle kaldırılması, yerel yönetimler ve parlamentodaki temsilciler üzerindeki bütün baskıların hukuki olarak belirlenmiş bir çerçevede kesinlikle son bulması. Koruculuk kurumunun kaldırılması, evleri yakılıp yıkılanlara tatmin edici bir tazminat ödenmesi ve siyasi af… Bunların önemli bir bölümü, anayasa düzeyinde güvence alınırsa, kalıcı bir çözüm için ciddi bir adım atılmış sayılabilir. Çoğunlukla, biz, “Kürt olmayanılar için, Kürtlerin hak ve özgürlük talepleri, Türkiye’nin demokratikleşmesi için bir olanak olarak görülüyor. Bu bencilce bir yaklaşımdır, fakat anlayışla karşılanabilecek olsa da bir kusurdur. Asıl yapmamız gereken, Kürt sorunu denilen şeyin bir ulusal sorun olduğunu bilince çıkarmaktır. Bize düşen, Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkını eksiksiz savunmak, eğer becerebiliyorsak bu hakkın kullanılması için onlara yardımcı olmaktır. Kendi hak ve çıkarlarını nerede görüyorlar, bunu elde etmek için hangi siyasal araçları kullanacaklar, sonunda neye karar verecekler, bu tamamen onların bileceği iştir. Kısa vadede ise, demokratik ve halkçı çözüm için, her iki halkın işçi ve emekçilerinin birlikte mücadelesini sağlamak, düşmanlaştırma politikalarına karşı mücadele etmek, barış ortamının sağlanması için gerekli koşulları yaratmaya çalışmak üstümüze düşen görevlerdir.