GAZETECİ-YAZAR ERTUĞRUL KÜRKÇÜ: AKP, sorunun çözümünden değil devamından yana!

BİRGün Yazı Dizisi TÜRKİYE KÜRT SORUNUNDA ÇÖZÜME NE KADAR HAZIR? -21-

Hakan Tahmaz

5 NİSAN  2008

GAZETECİ-YAZAR ERTUĞRUL KÜRKÇÜ:

 

AKP, sorunun çözümünden değil devamından yana!

Türkiye’nin Amaçı;  Kuzey Irak’la siyasi ve iktisadi ilişkiler karşılığında Barzani’yi Ankara tarafına çekmek. İkinci adımıysa, Türkiye’de AKP eliyle, özellikle bölgede dinci hareketi körükleyerek Kürt kitlelerinde mevcut olan dine bağlılığı bir politik kaldıraç olarak kullanarak bölgeyi kendi yörüngesine sokmak.”

 

Kürt sorunu, kapsamı itibariyle geniş toplumsal kesimlerin iradesiyle çözüm yoluna girilebilecek bir sorun. Eğer bir çözüm olacaksa, bunun taraflarından birinin Türkiye olması kaçınılmaz. Bu konuda inisiyatifi dış güçlere kaptırılırsa çözüm olmaz. Öte yandan,  Kuzey Irak’ta oluşturulan  Kürt yönetiminin ‘ jeopolitik’ ve ‘politik tarihsel’ nedenlerle bir tehlike oluşturması  söz konusu. Gazeteci yazar Ertuğrul Kürkçü ile Kürt sorununun çözümüne ilişkin öncelik adımları, solun rolünü ve siyasi iradenin var olup olmadığını konuştuk.

 

<<Kürt sorunun çözümünde neredeyiz?

 

Çözüm iradesi henüz oluşmadı. Evet, sorunun “sorun” olduğu, adının “Kürt Sorunu” olduğu etkileyen/etkilenen her güç tarafından kabul edildi ama kimsenin, tarafların herhangi birinin de elinde bir çözüm planı, çözüme giden bir yolu adım adım inşa etmeyi amaçlayan bir yol haritası olduğunu sanmıyorum… Öyle olsaydı, her şeyden önce bir “çözüm” için gerekli ön koşulların iradi olarak oluşturulmaya girişildiğini, çözüm önündeki engellerin ayıklanmaya koyulduğunu görürdük. Örneğin, Meclis ve hükümet ifade ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırmaya girişmiş, yargıçlar yasaları özgürlükçü bir yorumla uygulamaya başlamış, medya kendisini nefret söyleminden arındırmaya, dezenformasyonu tasfiyeye koyulmuş,  silahlı kuvvetler soruna namlunun ucundan bakmaktan, süregiden çatışmayı İsrail-Filistin karşıtlığı perspektifinden görmekten vazgeçmiş, PKK silahı, mücadele araçları envanterinden çıkarmış, faaliyetlerini sosyal/politik mücadele alanına taşımaya başlamış olurdu.

 

Türkiye Kürt sorunun çözümünde inisiyatifi dış güçlere mi kaptırdı?

Bir “çözüm” olacaksa eninde sonunda, çözümün bir tarafı Türkiye olacak. O nedenle “çözüm” kavramının içeriğini barış, uzlaşma, kardeşlik gibi kavramlarla ilişkilendireceksek, inisiyatifin dış güçlere kaptırıldığı bir çözüm olamaz. Öte yandan “dış güçler” Avrupa Birliği ve ABD aslında Türkiye’de her zaman bir “iç güç” oldukları için bu süreçte etki sahibi olmamaları da düşünülemez. Öte yandan Kürtler sadece Türkiye’de değil İran, Irak ve Suriye’de de yaşadıklarından ve karşılıklı çok yakın ilişkilere sahip olduklarından “Kürt Sorunu” sadece Türkiye toprakları içinde başlayıp biten bir mesele de olmayacak. Bunu Cumhuriyet kurulduğu ve Kürdistan dörde bölündüğü günden beri, Türkiye’nin Irak’a ve Kuzey Irak’a tükenmeyen ilgisinden, İran, Irak ve Suriye ile görüştüğü temel meselelerden birinin her zaman Kürt Sorunu olmasından da biliyoruz.

 

Ancak ABD’nin işgalinden bu yana Irak’ın bölünmesi olasılığı güçlendikçe Türkiye Kuzey Irak’ın kendi Kürt sorunu üzerinde, önceki on yıllarda olmadığı ölçüde, etkide bulunacağını görüyor. Bu nedenle hem Irak’ın toprak bütünlüğüne hem de Irak bölünse de bölünmese de kendisine dost kalması için Irak Kürt yönetimiyle iyi ekonomik ilişkiler sürdürmeye olağanüstü ilgi gösteriyor. Bu alandaki tek pürüz, PKK’nin Kuzey Irak’ta bulduğu destek ve himaye.
Türkiye Kuzey  Irak’a niye operasyon yaptı?

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ve medyanın hava ve kara harekâtıyla da ilgili olarak verdiği bilgilerin gerçeğin sadece bir kısmıdır.  Hava harekâtı, PKK’ye yönelik doğrudan bir hareket değil, dolaylı bir bölgesel operasyondu.  Mesele Irak’ta, Suriye’de ve İran’da bölge güçleri karşısında Türkiye’nin askeri kapasitesini sergilemekti. Türkiye bu güçlere “Biz Kürt meselesini, bölgesel mesele olarak görüyoruz ve bölgesel ölçekte çözmek ya da kendimiz halletmek kararındayız. Ya bu çözüme katılın ya da bize karışmayın, bizi caydıramazsınız” dedi. Özellikle Irak hükümetini ve Kürdistan bölgesel yönetimi liderliğini, Amerika Birleşik Devletleri’nin ortaya koyduğu, çözüm gibi gözüken duruma angaje etmek, aksi takdirde olabilecek olanları göstermek için dağı taşı, birkaç okulu, birkaç insanı yok etmeyi hedefleyen bir harekattı. Türkiye’nin çok uzun zamandır sürdürdüğü diplomasi atağına bu askeri harekât da eşlik ediyordu. Ayrıca bu harekâtla Türk silahlı kuvvetleri büyük çaplı bir hava harekâtı tatbikatını yaparken çoktandır içeride “Kuzey Irak’a müdahale olmazsa sorun çözülemez” şeklinde kurulmuş olan denklemin kabarttığı toplumsal infiali de yatıştırmaya hizmet etti.

 

“Kara harekatı” ise Türk Silahlı Kuvvetlerinin PKK’yi tecrit eden bu politik-psikolojik iklimden yararlanarak, bahar gelmeden önce uzman birliklerden oluşan on binlerce asker, düzenli ordunun olanaklarıyla destekleyerek savaşı PKK’nin arazisine yıkma denemesiydi. Böylece, bu yazı PKK etkinliklerini aşağı çekerek,  göreli olarak sakin geçirip politik avantaj sağlamayı öngörmüşlerdi. Ancak PKK beklenenden sert bir direniş sergileyip, mevsim koşulları da aleyhte seyredince ABD ile sağlanan “sıcak takip” mutabakatını da zorlayan “kara harekatı”na son verip geri çekilindi.

Öte yandan Genelkurmay dâhil hiç kimse bu harekat sonucunda ortaya çıkmış olan maddi ve insani kayıp hakkında kesin bir bilançoya sahip değil. Bu harekâtlar esasta Kuzey Irak yönetimini, Türkiye ile ilişkilerini yeniden gözden geçirmeye yöneltmeyi ve sağlanan uzlaşmalarla savaşı olabildiğince sınırın öte yanına yıkmayı amaçlıyor.

 

Zaten gözlenen o ki; Türkiye, Kürt meselesini Türkiye Kürdistanı’nda değil, Irak Kürdistan’ında halletmeyi ümit ediyor. Bunun da iki adımı var: Birinci adımı, Kuzey Irak’la siyasi ve iktisadi ilişkiler karşılığında Barzani’yi Ankara tarafına çekmek. İkinci adımıysa, Türkiye’de AKP eliyle, özellikle bölgede [güneydoğuda] dinci hareketi körükleyerek Kürt kitlelerinde mevcut olan dine bağlılığı bir politik kaldıraç olarak kullanarak bölgeyi kendi yörüngesine sokmak. ABD’nin tavsiyesi de bu, zaten harekat da bununla sınırlanmış durumda. Bu bir imha harekatı olmaktan çok diplomasiye eşlik eden bir askeri harekattı, Amerikan formülleri içinde kalan bir harekattı.

ABD, PKK dolayısıyla Kürtler ile Türkiye arasında bir tercih yapmak zorunda kalınca belli koşullar – Irak hükümetini ve Cumhurbaşkanını muhatap almak, sivil halka zarar vermemek vb.- saklı kalmak kaydıyla tercihini Türkiye’den yana yaptı.

 

Zengin, egemen Kürtleri etkisizleştirmek, yoksul ve mücadele eden Kürtleri karşıya almak üzerine kurulu bu tercih aslında bir sınıf mücadelesine işaret ediyor. Ortada sınıf esasına dayanan yeni bir konsept var. Türkiye’de olsun, Kuzey Irak’ta olsun Kürtler sınıf çizgileri temelinde ayrışıyorlar. Bu bakımdan varlıklılar, zenginler, sistem içerisinde yer alanlar sonuçta gönülleri razı olsa da olmasa da Amerika-Türkiye ekseninde bu plana doğru çekiliyorlar.

 

 

<<K. Irak oluşan Kürt yönetimi niçin tehlike olarak algılanıyor?

 

Kürt yönetimin tehlike olarak algılanmasının nedenleri iki grupta toplanabilir:
Birinci neden grubu jeopolitik olasılıklardan oluşuyor: Uluslararası güç dengelerindeki öngörülemeyebilecek güç kaymalarının, Kuzay Irak toprağının “Türkiye’ye düşman” güçlerin, bu arada PKK’nin, harekat üssüne dönüşmesi; Kerkük ve Musul’da mevcut olduğu varsayılan Türkiye nüfuzunu aşındırması; Türkiye’nin başlıca petrol tedarik merkezlerinden birinin devreden çıkması vb..

 

İkinci neden grubunda ise politik-tarihsel olasılıklar var: Irak’ın bölünmesi halinde ortaya çıkacak “Bağımsız Kürdistan”ın Türkiye Kürtleri için bir model oluşturmasının yanısıra Türkiye’den toprak talebini gündeme getirmesi ya da Türkiye Kürtleri’nin “Bağımsız Kürdistan”a katılma arzularını ayaklandırması, Barzani’nin tarihsel amacının bu olasılıklarla örtüştüğü düşünülüyor.

 

Dahası, buna bağlı olarak PKK’nin Kuzey Irak’ta serbestçe politik faaliyette bulunmasının önlenmemesi. Bunun ise PKK’nin Kuzey Irak’ta yönetime katılma ve böylece uluslararası tanınma sağlamasına yardımcı olacağı varsayılıyor.

 

Şu an izlenen siyaset ise bu risk algısına bağlı olarak bir yandan koşullar değişmedikçe Barzani yönetimini “hasım” konumunda ele almak ama öte yandan nötralize ederek ya da yanına çekerek, “hasmı” “iç sorun”u çözmek için bir imkana ve giderek “müttefik”e dönüştürmek. Çoğu kez çelişik gibi görünen davranışların gerisinde böyle bir muhakeme yatıyor.

 

<<Genelkurmay ve ana muhalefet partileri arasındaki tartışma arkasında ne var?

 

Genelkurmay ile muhalefet partileri MHP ve CHP arasındaki tartışma askeri-diplomatik  olmaktan çok politik-tarihsel. Yani Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’a yönelik hakeretler, “Kara Harekatı”na “ABD’nin emriyle” son verilmesi dolayısıyla “kapılınan infial”le gerekçelendirilmeye çalışılsa bile gerçeği yansıtmıyor.

 

Asıl neden, Genelkurmay’ın 27 Nisan’da CHP, MHP ve Genelkurmay’ı aynı hat üzerine yerleştiren politik bloklaşmayı çökerten yeni yönelimi.

 

Silahlı Kuvvetler, hali hazırda “AKP’ye karşı konumlanmak”  ve iç ve uluslararası koşulları oluşmuş olmadığı halde “hükümeti alaşağı etmek”le uğraşmak yerine, kendsini askeri görevleriyle ilişkilendirmeye bakıyor.

 

Elbette bunda, geçtiğimiz dönemde kimi kuvvet ve ordu komutanlarının bir darbe girişiminde yer aldıklarının açığa çıkması, bunlardan bazılarının “Ergenekon” adı verilen “hiyerarşi dışı” yapılanmayla bağlarının ipuçlarının ele geçmesinin kaçınılmaz kıldığı olan “mıntıka temizliği”yle meşgul olma ihtiyacı da rol oynuyor.

 

Bu çerçevede Genelkurmay, Kıbrıs, Irak vb. askeri-güvenlik konularını hükümetin ABD eksenli dış politikasına karşı koymak için bir gerekçe olarak kullanmaktan vazgeçerek ABD ve hükümetle uyumlu yeni bir tavra yönelince, CHP ve MHP’nin “ordu arkamızda” görüntüleri bozuluyor.

 

Bu politikanın ne kadar Büyükanıt’ın şahsi tutumunu ne kadar orduda daha yaygın bir konsensusu dışa vurduğunu kesinlikle kestirmek zor. Ancak,  yaygın bir konsensus olmasa, “orducu” kaynaklar çoktan Hilmi Özkök’e yaptıkları gibi “genç subay”, “alt kademe” tepkisi yaymaya girişmiş olurlardı.

 

 

<<Çözüm için siyasal irade mevcut mu?

 

Çözümden ne anladığımıza bakar. Eğer çözüm Kürtlerin kendi kaderlerini belirleme haklarını özgürce kullanmalarından doğacaksa, böyle bir iradenin hiç kimsede olmadığı apaçık. Sadece, ordu, hükümet ve politik partiler, meclis, yargı vb. değil, Kürt hareketi de “çözüm”le neyi amaçladığını apaçık ortaya koyan bir program sunmuyor. Kaderlerini nasıl tayin etmek isterler? Milli devlet içinde mi, ayrılarak mı, bir Türk –Kürt federasyonu içinde mi,  yerinden yönetimle mi, “demokratik özerklikle” mi,  konfederasyonla mı?

 

Ben bir çözümden önce “çözüm”ün ne olduğu konusunda serbestçe, açıkça özgürce konuşabileceğimiz ve toplumun fikrini kurmasına yardımcı olabileceğimiz koşulların oluşmasını sağlamanın yaşamsal olduğunu düşünüyorum. Olası “çözüm”lerin 10’da 9’u ceza yasası müktesebatı içinde kaldıkça ne “çözüm” fikrinin yeşerebileceğini, ne de bir çözüm planı oluşabileceğini sanıyorum. Bence bu açıdan Britanya-İrlanda ve İspanya-Bask çözüm süreçleri ders çıkarmak ve fikir edinmek için incelenmeye değer.

 

<<AKP soruna yaklaşımını nedir?

 

AKP de soruna bütün sermaye güçleri gibi konuya özgürlük değil güvenlik açısından yaklaşıyor. Elbette politik kültürlerinde İslami değerler hakim olduğundan Kürtlük-Türklük gerilimlerden tabanda çok daha az etkileniyorlar, DTP’nin çoğunlukta olduğu yerlerde yaşamaya devam edebilen, varlık gösteren tek partinin AKP  olması da bu bakımdan bir gösterge kabul edilebilir.

 

Ancak AKP Kürtler üzerinde sahip olduğu nüfuzu, sermaye hâkimiyetinin ve istikrarın sürekliliğini sağlayacak bir imkan ve kendisini silahlı kuvvetlere yaklaştıracak, onun “çözüm ortağı” kılacak bir kaldıraç olarak değerlendirmeye, İslami yönelişlerine rejim nezdinde meşruiyet sağlayacağı bir politik gerekçe olarak görüyor.

 

Böylece, AKP Kürt sorununun çözümünden değil devamından avantaj sağlayarak, ABD, AB TÜSİAD, TSK nezdinde politik hakimiyetine meşruiyet kazandırma peşinde.

 

 

<<Kürt sorunun çözümü için öncelikli adımlar nelerdir?

 

Öncelikli adım: Şiddetin denklem dışına çıkarılması. Şiddet sürdükçe, aklı başında bir müzakere zemini bir yana, karşılıklı konuşmak bile olanaksız. Şiddetsizlik silahlı kuvvetlerden çok PKK’nin inisiyatifiyle sağlanabilecek bir iklim. Toprak ya da kurtarılmış bölge elde etmek söz konusu olmadığına göre, ateşkes halini ebedi kılmamanın politik bir açıklaması olamaz. Sınır ötesi operasyonun gerekçesi de kendiliğinden ortadan kalkar. İkincisi ne kadar aykırı da olsa olabilecek her fikrin -“bölücülük” dâhil- kriminal bir vaka haline gelmeksizin tartışılabileceği ve çözüm dinamiklerinin örgütlenebileceği bir demokratik düşünce ve örgütlenme alanının yaratılması. Üçüncüsü: Medyanın ve sivil toplumun barış ve kardeşlik taleplerinin dillendirilmesinde öncü ve yapıcı bir rol üstlenmesi.

 

<<Sol çözümde nasıl bir rol oynamalıdır?

 

Sosyalist sol’un parlamenter politik denklemde bir ağırlığı olmasa da, sendikalarda demokratik kitle örgütlerinde, meslek örgütlerinde, barolarda öncü bir rolü, kendi sağındaki politik partiler üstünde hala fikri üstünlüğü var.  Çözüm ortamının oluşmasında bu üstünlüğünü ve avantajını sonun kadar değerlendirerek, işçi hareketi içinde “kardeşlik” ruhunun geliştirilmesine katkıda bulunmanın yanı sıra, “askeri çözüm” seçeneğinin yararsızlığının açıklanması için sürekli çaba gösterilmesi gerekiyor.

 

Sosyalistler,  öte yandan Kürt politik hareketleri karşısında, enternasyonalist görevlerini yerine getirdikleri nispette, eleştirel bir ilişki kurma hakkını kullanmaktan kaçınmamalı ve Kürt hareketinin sosyalist kökenlerine dönüşünü teşvik etmeli ve ortak örgütlenme olanaklarının değerlendirilmesine çabalamalı.