TÜRKİYE EKONOMİK SOSYAL ETÜTLER VAKFI PROĞRAM YÖNETİİCİSİ DİLEK KUBAN: Bir çeşit otonom verilmeli

 BİRGün Yazı Dizisi TÜRKİYE KÜRT SORUNUNDA  ÇÖZÜME NE KADAR HAZIR? -18-

Hakan Tahmaz

2 Nisan2008

Bir çeşit otonom verilmeli

Özel valiler bölgeye yollanıyor. Yetkinler, klasik kamu görevlisi prototipinden çok farklı. Çünkü bu valiler belirli bir misyonla bölgeye gidiyorlar ve yerel seçimler için oy toplama amacı taşıyor. Onlarda da Erdoğan’ın “terörist demezseniz diyaloga geçmem” zihniyetinin uzantısı var.

Çatışma dönemin en önemli sonuçlarından biri de yaşanan göç oldu. Göç nedeniyle ortaya çıkan sorunları gidermede, maddi ve manevi kayıpları karşılama konusunda karşılaşılan sorunlar insanların kendi topraklarına dönmelerini nasıl engellediğini yaşayarak gördük. Devletin nasıl bir saplantı içinde olduğu gösterebilecek örneklerden birini bu konuda çıkarılan yasanın isminde görmek mümkün. Azınlıklar, göç ve Kürt sorunu üzerine çalışma yapan, bundan dolayısıyla bölgeye çok sık giden Dilek Kuban  ile çözüm için öncelikle yapılması gerekenleri konuştuk. Dilek Kuban şu anda Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı’nda program yöneticisi.

 

<<Kürt sorunu denildiğinde nasıl bir tablo görünüyor?

Son birkaç ayı göz önünde bulundurarak konuşacak olursak tablo iç açıcı değil. Seçimlerinden sonra çok daha umut vericiydi. AKP’nin aldığı yüksek oranda oy,. DTP’nin meclise girmesi, cumhurbaşkanlığına Gül’ün seçilmesi ile yeni bir süreç önümüzde belirmişti. AKP, bir dizi engelle karşılaştı, özellikle cumhurbaşkanlığı seçiminde. Dolayısıyla hükümet bir yandan bütün gayretini ve dikkatini askerle olan ilişkisine yöneltti. Bu onları bir yol ayrımına getirdi ve bir sapmaya yol açtı.

 

<<CHP-MHP bir tarafta, AKP-ordu bir tarafta olmasını  nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Ben bunu çok kalıcı bir işbirliği olarak yorumlandırmıyorum. Ordu artık, K. Irak’taki yönetim, özellikle ABD’nin politikaları,  uluslararası dengeler göz önüne aldığı zaman, Kuzey Irak’taki PKK’ya karşı dilediği gibi operasyon yapamayacağını anladı. Kürt sorununa ilişkin kafalarındaki her şeyi yapamayacağını görmüş durumdalar.

 

CHP ve MHP ile yaşadıkları gerilim bir yönüyle hayırlı olduğunu düşünüyorum. Baykal için olmasa bile CHP içindeki muhalif kadro için fırsat olacaktır. Çünkü herhangi bir siyasi partinin politikalarını bu kadar askere dayandırması çok yanlıştır. Dolayısıyla CHP’de uzun vadede bu yönde bir ayrışma olabilir.

 

<<Hükümetin,  sivil toplum örgütlerinin Kürt sorununda izlemesi gereken yol nedir?

 

Öncelikle siyasi irade göstermek gerekiyor. Hükümet henüz siyasi bir irade koymuş değil. Böyle bir siyasi irade oluşturma niyetini, ilk kez başbakanın Diyarbakır’daki konuşmasında görmüştük. Fakat devamı gelmedi. Orduya Şemdinli’de çok büyük bir taviz verdiler.  Şemdinli Kürtlerde çok büyük hayal kırıklığı yarattı. Dolayısıyla Kürt sorunu konusunda çözüme yönelik adım atmak isteyen, fakat bunu siyasi iradeye dönüştüremeyen, güvenmeyen bir parti var önümüzde.

 

<<AKP’de, Kürt sorunun tanımı konusunda bir netlik var mı?

 

AKP denince de hangi AKP? Dolayısıyla bölge milletvekillerine baktığımız zaman tabi ki onlar sorunun ne olduğu konusunda netler. Ama Orta Anadolu milletvekilleri nasıl bakıyor bu soruna bilmiyorum. Partili milletvekillerine baktığımız zaman ortak bir anlayış olduğundan emin değilim. Hükümete baktığımızda da aynı durum söz konusudur. Erdoğan’ın, demeçlerine baktığımız zaman genel olarak ekonomik yatırım yapmaktan bahsediyor. Bu Erdoğan’ın sorunu anlamadığını ya da anlamak istemediğini ortaya koyuyor. Çünkü Kürt sorununun çözülmesi için bir kere en başta Kürtleri görmesi gerekiyor.

 

<<Kürtleri görmekten neyi kastediyorsunuz?

 

Yani onların neler yaşadığını anlamak, onların neleri geride bıraktıklarını, ne bedeller ödediklerini görmektir. Şu anda umutlarının ve beklentilerinin ne kadar büyük olduğunu görmektir. Sadece sosyal politikalarla, ekonomik yatırım yaparak ve sonuçta oy tabanı olarak görerek olmaz. Siyasi beklentilerini ve varlıklarını görmek gerekiyor. Henüz AKP’nin burada olduğunu da düşünmüyorum. Köksal Toptan ve Cumhurbaşkanı Gül’ün DTP’lilerle görüşmüş olması çok olumlu; ama bunu başbakanın çok önceden yapması gerekiyordu.

 

Kürtlere bakışta çok büyük bir ironi var aslında. Bir yandan Kürtlerin bu ülkede kalmak isteme niyetine güvenilmezken bir yandan meclise girmiş, siyasi irade ortaya koymuş olan Kürtler yok sayılıyor.

 

<<Başbakanın DTP’lilere   “Terörü mü tercih edeceksiniz, siyaseti mi tercih edeceksiniz?” diye sormasına ne diyorsun?

 

Şimdi bir kere eğer diyalogdan bahsediyorsanız, bu karşılıklı olarak koşulsuz yapılırsa anlamlı olur. Çünkü diyalog böyle bir şeydir.  Daha güçlü olana, hatta hükümette olan bir partinin liderinin, Kürtlerin siyasi fikrini temsil eden partiyi muhatap alması için bir koşul öne sürmesi, üstelik bunun siyasi anlamının ne olduğunu bilerek öne sürmesi bence iyi niyetli değildir. Başbakan, Kürt sorununu yeterince biliyorsa – ki umuyoruz biliyordur – DTP’lilerin buna verecek cevabını biliyor olması gerekir. Dolayısıyla bu ancak şöyle yorumlanabilir, Başbakan DTP’lilerle konuşmak istemiyor.  Erdoğan da bu açıdan CHP’den farklı değil. DTP’liler PKK ile aynı zeminde siyaset yapıyor ve bu yüzden de kıymetliler. Hem DTP milletvekillerinin arasında hem de oy aldıkları ailelerinin arasında çocuklarını dağda olan aileler var. Bu AKP milletvekillerinin arasında da vardır. Bu o coğrafyanın bir gerçeğidir. Akıllı siyaset – AKP’nin yapmış olması gereken – gerçekten kendine güvenmek ve DTP’lilerle konuşmaktır.

 

 <<İl başkanlarının oradaki seçmenlerle nasıl ilişki kurduğuna baksa sorun anlaşılır değil mi?

 

Kürt sorunu Başbakanın siyasi geçmişine göre uzak bir konu, ama AKP’nin bölge milletvekilleri için durum farklıdır. Başbakan, toplumun genelinde olan korkularla ve önyargılarla beslenmiş bir coğrafyasında büyümüş, Kürt sorununu bilmeyen bir çevreden yetişmiş bir siyasetçidir. Bunu aşamadı. Bir handikapta henüz orduyla ilişkilerini bir düzene oturtamamış, muhalefet partileri tarafından meşruiyeti sürekli sorgulanmasıdır. Erdoğan, önceliği ordunun güvenini kazanmaya çalışıyor. Bununla o kadar çok meşgul olduğu zaman da ordunun ve muhalefet partilerinin kullandığı egemen dile alternatif bir dil dahi oluşturamıyor. Hala Kürtlere karşı devletçi bir zihniyete sahiptir.

 

<<İnsanlarının diyalogun dışındaki beklentileri neler?

 

Bölgeye her gittiğimde şunu daha belirgin olarak hissediyorum: Kürtlere gerçekten vatandaş olarak hissettirebilmek için bir çeşit otonomi vermek gerekiyor. Bu illa federalizm olması gerekmiyor. Bunun başlangıç noktası bölgeye atanan kamu görevlilerin seçimi olabilir. Türkiye çok merkeziyetçi devlet yapısının, AB sürecinde âdemi merkeziyetçiliğe dönüşmesi kaçınılmaz. Belediye başkanları seçimle geliyor. Ancak siyasi yetkisi olan, kamu düzenini korumakla yükümlü olan valilerdir. Devlet-vatandan ilişkisini buradan okuyacak olursanız Kürtlerin yoğunluklu olarak yaşadığı bölgelerde valinin kim olduğu o ilişkiyi belirlemektedir.

 

<<DTP’nin demokratik özerklik önerisine nasıl bakıyorsunuz?

 

İdeal olan valilerin seçilmesidir. Bölgeye gittiğiniz zaman, örneğin Hakkâri’yi ele alalım, yerli nüfusun tamamı Kürt. Oradaki tek Kürtler polis, valilik ve ordu yetkilisidir. Sonuç olarak yönetilenlerin hepsi Kürt, yönetenlerin hepsi Türk’tür. Bu inanılmaz bir uçurumdur. Devlet-vatandaş ilişkisi açısından düşünecek olursanız bireylerin “iyi”liğine ve “kötü”lüğüne dayanan bir sistem çok zafiyeti olan bir sistem ve kabul edilebilecek bir şey değil. Batman’daki bir önceki vali çok seviliyordu. İnsanlar o dönemde Batman’da ilişkiler normalleşmişti.  Fakat bu dönemde valiler, devletin valisi olmaktan çok AKP’nin valisi gibi davranıyorlar. Yerel seçimlerde bu illeri kazanma sevdası ile belediyeler onlarda olmadığı için valiliğe yöneliyorlar. Özel valiler bölgeye yollanıyor. Yetkinler, klasik kamu görevlisi prototipinden çok farklılar. Çünkü bu valiler belirli bir misyonla bölgeye gidiyorlar ve yerel seçimler için oy toplama amacı taşıyorlar. Onlarda da Erdoğan’ın terörist demezseniz diyaloga geçmem zihniyetinin uzantısı var. Makro siyasi tavır mikroya da yansıyor. Bölgelerde de DTP’lileri muhatap almayan, belediyelerle konuşmayan valilikler var.

 

<<Bu yapı nasıl değişir?

Orada da benim söz ettiğim otonomi uygulanmalıdır. Böyle bir otonomiye geçilmeden önce bölgeye Kürt kökenli valilere, kaymakamlara öncelik verilebilir.  Devletin Kürtleri kazanması gerekiyor. Öncelikle bölgenin her anlamda Ankara’ya bağımlı olmasını engellemek gerekiyor. Bunun için de bölgenin ekonomisini doğal akışına bırakması gerekiyor. Örneğin Hakkâri küçükbaş hayvancılıkta ülkenin başlıca merkeziydi. Şimdi kendileri et yiyemez hale geldiler.. Bölgenin kendi doğal kaynaklarını kullanabilmesinin önü açılırsa eğer ekonomik sorunlar da çözülecektir. Yani merkezden yürütülen 5 yıllık–10 yıllık kalkınma planları, oraya yatırım götürülmesi hem yürütülebilecek işler değil hem de oradaki algıyı besleyen şeyler. Devletin bu bölgede yapması gereken şey altyapı yatırımları ve yerel sermayenin yatırım yapabilmesinin önünün açılmasıdır. Bölgenin elektriğini, suyunu, yolunu işler hale getirmesi gerekiyor. Ayrıca,  Hakkâri için iyi olan bir politika Bitlis için iyi olmayabilir. Çözümlerin mikro düzeyde düşünülmesi gerekiyor. Bunun için mikro bölgelerde oraların aktörleriyle konuşmak gerekiyor.

 

 

 

 

<<Aktörler kimler?

Bunun içinde iş adamları, kadın örgütleri, meslek örgütleri,  sendikalar,  öğretmenler, üniversiteler var.

 

<<Sizin üzerinizde çalıştığınız projeyle ilgili soru sormak istiyorum. Geri dönüş ilgili çıkan yasa ile ne tür problemler var?

 

Yasa ile ilgili o kadar çok problem var k.  Fakat yasa önemli ilk defa maddi zararların tazmin edilmesini öngörüyor. Ama yasanın ismi bile sorunlu: “Terör ve terörle mücadeleden doğan zararların karşılanması hakkında kanun”. İsmin içerisinde terör geçiyor olması bazı mağdurların başvurmasını engelleyen, yasaya soğuk bakmasına neden olmaktadır. Aslında AKP’nin ya da devletin temel problemi Kürt sorununu bir tür PKK ile mücadeleye, terörle mücadeleye indirgemeleridir. Bir yandan yasa çıkararak iyi bir şey yapıyor, diğer yandan ısrarla buna terör olayı olarak bakıyor. Hiçbir yasa eğer doğru bir zemine oturtulmazsa, siyasi irade belirgin ve güçlü olmazsa, sorun doğru tespit edilmezse hiçbir sonuç alamaz. Bu yasaya bakacak olursanız, yasanın uygulanmasında sorun olan zarar tespit komisyonları var. Bunlar illerde kuruluyorlar. 7 üyesi var. 6’sı devlet memuru sadece bir avukat var ve vali yardımcısı başkanlığında toplanıyor. Dolayısıyla devletin yol açmış olduğu zararları devlet belirliyor. Devletin güvenlik görevlilerinin köyü boşalttığını hala akıl etmediği hatta bunu reddettiği, zararlara ya PKK’lıların yol açtığını ya da insanların köylerinden kendi isteğiyle ayrıldığında ısrar eden bir zihniyet, bir siyasi anlayış var. Dolayısıyla yasanın arkasında sorunu doğru tespit eden bir devlet politikası yok. Yasaya inanan da bir siyasi irade yok. Yasa, gerekçesinde itiraf edildiği gibi iki amaçla çıkarıldı. Birincisi, AB’nin koşulunu yerine getirmek amacıyla; ikincisi, AİHM’ye giden davaların önünü kesmek amacıyla.

 

Valiler ya da vali yardımcılarıyla her görüştüğümüzde bizi düzelttiler, “biz köy boşaltmadık onlar boşaltmak istediler” şeklinde açıklamalar yaptılar. Orada da ikili bir dil var. Yani ortada hala köyleri yaktığını kabul etmeyen, bu sorumluluğu üstlenmeyen bir devlet var. Bu “olan olmuş biz ileriye bakalım” mantığıdır. Geçmişe bakmadan ileriye bakmak mümkün değil. Kürtler kendilerine yapılan haksızlığın kabul edilmesini istiyorlar en azından. Kürt seçmenlerin partileri ile ilişkilerinde bir değişim var mı?

 

Var tabi. Aslında bölgedeki operasyonlar bitmiş olsa idi Temmuzun gösterdiği kopuş daha da devam edecekti gibi geliyor bana. Yani ilişkiler değişti, DTP’ye ve DTP’nin temsil ettiği siyasi harekete çok daha eleştirel bakan ve bu eleştirileri yüksek sesle söyleyen bir kitle var.

 

Önümüzdeki seçimlerde halk AKP’yi protesto etmek için  yeniden DTP’yi destekleyecektir.

 

<<Kürt seçmenlerin oyları kimse için garanti değil mi?

 

Başta söylediğim gibi hayat doğal akışına bırakılmış olsaydı DTP’ye eleştirel bakma devam edebilirdi. Ama 22 Temmuz’dan beri tezkere çıkarıldı, hava operasyonu yapıldı, kara operasyonu yapıldı. DTP ile muhatap olmayan bir hükümet var. AKP herhangi somut bir adım atmadı. Dolayısıyla bölgedeki Kürt seçmenin DTP ile ilişkisi de etkilendi. Normal koşullarda DTP’ye mesafeli bakan ve bakmaya devam edecek olan kitle bugün AKP’yi protesto için tekrar DTP’yi destekleyecektir. AKP 22 Temmuz’dan sonra başka türlü davranmış olsaydı büyük ihtimalle Diyarbakır ve Batman’ın belediyelerini alacaktı. Fakat böyle giderse alacağını düşünmüyorum. Batman’da atadığınız vali, o ilden seçilmiş milletvekilini ve ilin seçilmiş olduğu belediye başkanını döverse o zaman buradaki insanların ne yapmasını bekliyorsunuz ki? Dolayısıyla en başta söylediğim şey çok kritik. AKP’nin DTP’ye nasıl yaklaştığı, nasıl muamele etiği Kürtlerin   AKP’ye karşı tutumunu belirlemektedir.