TARİH-YAZAR ERDOĞAN AYDIN:        Çözüm mümkün ama niyet gere

 BİRGÜN Yazı Dizisi

Türkiye Kürt Sorununda

Çözüme Ne Kadar Hazır? -17-

1 Nisan  2008

Hakan Tahmaz

 

“Sorunun ekonomik boyutu köye dönüş ve ekonomik destekle, kültürel boyutu anadil üzerindeki yasakların   kaldırılmasıyla, siyasal boyutu ise pişmanlık dayatmayan bir afla pekâlâ çözülebilir.”

“Şiddetin başta genç insanlarımızın ölümü olmak üzere Türkü Kürdü ayırmadan bir bütün olarak Türkiye’yi tüketmesi gerçeği karşısında en küçük bir gelişmeyi bile önemsemek ve geliştirmekten yana bir perspektif izlenmelidir.”

Kürt sorununun çatışma sarmalına sürüklenmiş olmasını sorgulayan ve değişen dünya koşullarında silahlı eylemlerin işlevinin sorgulanması gerektiği ifade edenleri sayısı her gün çoğalıyor. Bunlardan biriside Erdoğan Aydın. Kürt sorununun demokratik çözümü ve AKP’nin Kürt sorununda izlediği, siyaseti tarih ve siyasal İslam üzerine çalışmalarıyla tanıdığımız, tarihçi- yazar Erdoğan Aydın ile konuştuk.

<<Kürt sorununda geldiğimiz noktayı nasıl tarif edersiniz?

 

Tıkanma olarak tarif edersek yanlış yapmayız sanıyorum. Egemen aklın neden olduğu ve faturası çok ağır olan bir tıkanma… 40 binin üstünde genç yurttaşının ölümü ve GSMH’nın yarısından çok bir serveti (300 milyon dolar) savaşta harcamış olmasına karşın çözülememiş bir sorundan söz ediyoruz. Boşaltılan köylerin faturası olarak hayvancılığımız ve tarımımız ciddi bir zarar içinde. 25 yıl öncesinin tam tersine bugün eti ve benzini tüm Avrupa ülkelerinden pahalıyla yiyoruz. Buğday ithal etmek zorundayız. Kendi içinde ciddi anlamda bölünmüş, dahası dünya ortalamasının çok üstünde ırkçı ve dinci koşullanmalarla çağdaş değerlere yabancılaştırılmış bir toplum durumundayız. Bunca koşullandırmaya karşın yarınımıza ilişkin önceden görülmemiş bir kaygı ve şiddet atmosferine savrulmuş bulunmaktayız. Rejimin kendi yurttaşlarına sunduğu yaşam kalitesi sıralamasında ise 84. sıradayız. Dış bağımlılığımızın hiç bu denli artmadığı gerçeği de cabası. Bu tablo, ne kadar kötü yönetildiğimizi gösteriyor; ki tüm bu sorunların temel düğümü Kürt sorununu şiddetle çözme veya çözmeme politikasıdır. Süreçte asli sorumluluk yüklenmiş emekli generallerin, yanlış yapıldığına ilişkin açıklamalarına rağmen geleneksel politikanın şiddetlenerek devam etmesi de karşı karşıya olduğumuz tıkanmanın ne denli büyük olduğunu gösteriyor. Türkiye, kendi kendini tüketen bir inatlaşmada, krizi çözecek aklını yitirmiş, adeta kıyamete sürüklenen bir gemi görüntüsü veriyor.

 

<<Kürt sorunun tıkandığı nokta Kuzey Irak’ta oluşan Kürt yönetimin yarattığı kaygılar mı?

Tıkanma noktası bu değil tabii, ama bu gelişmenin yükselen kaygılarda belirleyici rolü var. Çünkü Irak devleti sınırları içinde Kürdistan Özerk Yönetimi kurulduğu andan itibaren Kürdistan kavramı bir coğrafi isim olmaktan çıkmış demektir. Bu ise kavramın coğrafi anlamında kullanılmasını bile yasaklamış, Selçuklu, Osmanlı hatta ilk dönem resmi Cumhuriyet metinlerini bile çevirirken kavrama sansür uygulamış bir zihniyet açısından çok ciddi bir sorun. Kürt diye ayrı bir halkın tarihte hiç yaşamadığını, kendini Kürt zannedenlerin Türklerin bir boyu olduğu iddiasının hala resmi devlet söylemi olmaya devam ettiği veya Aziz Nesin’in, “Bunca yıllık mizahçıyım, bunu ben bile uyduramam” sözleriyle yorumladığı, “karda yürürken kart kurt diye ses çıkarttıkları için Kürt denilen Türkler” tezinin hala tedavülde olduğu bir gerçeklikte yasıyoruz. Durum bu olunca, 25 yıldır bastırılamayan bir Kürt mücadelesi yetmezmiş gibi komşu devlet sınırları içinde yaşayan ve sayıları Türkiyedekilerin üçte biri olan Irak Kürtlerinin devletleşmesi demek, bizdeki egemen aklın kâbus yaşaması demek. Diğer yandan Irak’taki Kürt devletleşmesi, Türk egemenlerinin 60 yıldır işbirlikçilik yaptığı, sırtını dayadığı ABD’nin desteğiyle gerçekleşiyor. Oysa bizde Kürt halkının varlığı hala reddediliyor. Kâbusun bir üçüncü nedeni ise genelde küreselleşme özelde de AB ilişkileri nedeniyle demokratikleşme baskısı altında kalan devletin, mevcut asimilasyoncu çizgisini sürdürmesinin giderek imkansızlaşması. İşte bu çevresel koşullarda kendi yurttaşı Kürtlerin haklarıyla varlıklarını tanımayan bir devlet politikası tıkanmanın asli unsurunu oluşturmaktadır.

 

<<Türkiye niye Kuzey Irak’a operasyon yaptı?

Kendi Kürt sorununu evrensel hukukun gereklerine uygun çözme ferasetini gösteremeyen bir politikanın kaçınılmaz sonucu olarak! Dış politikanın iç politikanın yansıması olduğu basit gerçeği, bu 25. operasyonu da zorunlu kılan faktörün nesnel açıklaması. Sürecin bir de özgül nedenleri var tabii. Son 3-4 yıldaki egemen analizleri anımsadığımızda görüleceği gibi, bizim için artık Kürt sorunu, bir iç sorun olmaktan çıkıp, Iraktaki Kürt devletleşmesini ve Kerkük’ün Kürtlerin eline geçmesini engellemek eksenine oturmuş vaziyette. Çünkü egemen politika, bu sürecin engellenememesi halinde içerideki inkar politikasının sürdürülmesinin imkansız veya bedeli çok daha yüksek hale geleceğini görüyor. O nedenle son dönem içeride ve dışarıda izlenen gerilim politikası ve operasyonlar bu amaca yönelik şekillendi. ABD karşıtlığı da, bütün güvenliklerini ABD işbirliğine bağlamış olanların, ABD’yi Kürt politikasından caydırmak hedefince şekillendi. Ancak Türkiye’yi kaybetmemek kaygısına giren ABD’den alınan operasyon izni yine de PKK ile ve tabii içerde kışkırtılmış milliyetçi gazı almakla sınırlı oldu. Türk basınını da yönlendiren güçlerin, Kerkük ve Barzani’ye doğru hedef genişletme eğilimi karşısında ABD, operasyonu erken kestirerek, Türkiye’yi saran hayallerin önünü kesti. Türkiye’nin operasyon sürecine itilmesinin bir diğer nedeni de, içeride AKP’ye karşı süren etkisizleştirme politikasıdır. Toplumun genelinde sağlanmış görünen milliyetçi hegemonyanın savaş sürecinde daha da güçleneceğini, dolayısıyla bu yolla AKP’nin denetim altına alınacağı düşünülüyordu. Oysa AKP operasyona yol vermekle kalmayıp milliyetçi hamasette kimseden geri kalmayacağını göstererek bu hesapları etkisizleştirdi.

 

<<Operasyon sonrası Genelkurmay ile CHP ve MHP arasındaki tartışma neyin nesiydi?

Silahlı Kuvvetler sınırlarının farkına vararak geri çekilirken, Barzani ve Kerkük’e ilişkin hayalleri kışkırtmaktan beslenen milliyetçi partiler deyim uygunsa açığa düştüler. CHP ve MHP, Kürtlere etkili bir zarar verdirilmeden gerçekleşen bu şok edici geri çekilme karşısında yeniden Hükümete ve ABD’ye yüklenirken karşılarında orduyu buldular. Çünkü AKP, bu süreçte belirleyiciliği Genelkurmay’a bırakmıştı. Öyle ki çekilmeden haberdar edilmediği için AKP ile Ordu arasında bir gerilim beklenirken, AKP, ABD ile sorun yaşanma riski ortadan kalktığı için memnundu. MHP ayrıca, Genelkurmay’ın operasyonun başarısını ispatlamak için verdiği bilgilerden, imha ettiğini söylediği hedeflerin şaşırtıcı büyüklüğü ve zayiatsız geri çekilmenin ne denli önemli olduğu açıklamasından da rahatsızdı; çünkü bunlar, savaşılan gücün ne denli büyük bir tahkimata sahip olduğunu gösteriyor ve “3-5 çapulcu” söyleminin inandırıcılığını ortadan kaldırıyordu.

 

<<Şiddet ve çatışmaların yeniden neden başladı?

Bunun devlet açısından nedenlerini açıkladım. PKK açısından ise şiddetin, kendisinin devre dışı bırakılmasına karşı bir atak olduğu kanısındayım. Bizzat resmi açıklamalarda 5 binin üzerinde ifade edilen bir silahlı güce uygulanabilir bir öneri sunulmadığı müddetçe, er veya geç şiddetle karşılaşmak kaçınılmaz. Bu atmosferde elimizden alınmış sağduyumuzu geri çağırıp uygulanabilir öneriler üretmek zorundayız. Anayasa tartışmalarının başladığı günlerde Öcalan’ın, “Anayasaya kimliklerin kendini ifade etme hakkı konulsun, Kürt lafı geçmese de olur, dağdakilerin inmesini sağlayacağıma söz veriyorum” gibi bir ifadesi vardı. Bu Türkiye’nin önüne gelmiş olağanüstü bir fırsattı. Ha bire AKP güzellemesi yapan liberallerimiz de dahil doğru dürüst tartışılmadı bile. O günden sonra yaşadığımız acılara bakın. Üstelik bu çözümsüzlük-şiddet sarmalında Kürt hareketi de çıtasını yükseltmiş durumda. Oysa herkes açısından sağduyuya ve gerçekçiliğe gereksinim var.Sorunun ekonomik boyutu köye dönüş ve ekonomik destekle, kültürel boyutu anadil üzerindeki yasakların kaldırılmasıyla, siyasal boyutu ise pişmanlık dayatmayan bir afla pekala çözülebilir. Kuşkusuz mevcut milliyetçi tahkimatın koşullarında üçüncüsü hemen gerçekleşmeyebilir, ama aslolan niyettir. Eğer halka haklarıyla değil yükümlülükleriyle bakan 19. yüzyıl devlet aklıyla veya Soğuk Savaş politikalarıyla değil de evrensel demokrasi ve hukuk düzleminde konuşacaksak, başka çare de yok. Son zamanlarda çokça istismar edilen yurtseverlik de, yurdumuzun tüm yurttaşlarını, kimlikleri dahil insan hak ve özgürlükleriyle yaşatma iradesince belirlenmeyecekse hiçbir şeydir. Bunu sağlamak ise, esas olarak bu yurdun en büyük organizasyonu devlete düşer. Yurttaşlık tepkisi de, çözümü, vergi verdiğimiz ve bizi laik, demokratik, sosyal hukuk devleti koşullarında yaşatma taahhüdünde bulunan devletten istemekte belirlenir. Aksi taktirde yurttaş değil, tabaa oluruz; ki bilindiği gibi tebaalığın geleneksel ideolojisi din ise, modern ideolojisi de milliyetçiliktir.

 

<<Kürt sorununda silahlı mücadele çözüm yöntemi midir?

Kesinlikle değildir. Az önce sorunu çözmeyenlerin Türkiye’yi şiddete sarmalına mahkûm ettiğinden söz ettim; ama Kürt tarafına da anımsatmak zorundayız ki, günümüz dünyasında şiddetle varılabilecek bir yer yoktur. Silahların artık toprağa gömülmesi zorunlu. Üstelik çoğunluğun vicdanına seslenemeyen, Türk halkının milliyetçi koşullandırmaların etki alanından çıkmasına hizmet etmeyen, AKP’nin Kürt seçmen içinde artan oylarında da yansıdığı gibi Kürt halkının yorgunluğunu görmeyen hiçbir mücadele aracı doğru değildir. Bugünkü gerçeklikte tek doğru yöntem, hak ihlali gerçeğinin anlaşılabilmesini, sorunun soğukkanlılıkla tartışılabilmesini sağlayan bir siyaset hattında ısrardır. Bunun “99’dan 2005’e kadar yapıldığı, ama netice alınmadığı, dolayısıyla başka çare kalmadığı” yaklaşımının kendi içinde bir mantığı var kuşkusuz; ama fotoğrafın bütününü görmeyen, dünyanın yeni koşullarını doğru okumayan, militarizasyonun ve milliyetçiliğin Türkiye genelinde yaygınlaşmasına ve çözümsüzlükten beslenen güçlerin toplum nezdinde etki alanlarını genişletmesine hizmet eden bir yaklaşımdır. Yaşadığımız gerçeklikte tüm sorun alanları için biricik doğru ve işlevsel siyaset, meşruiyet mücadelesi ekseninde şekillenecek, başta milliyetçilik ve dincilik olmak üzere farklı kompartımanlara hapsedilmiş çoğunluk bilincini değiştirecek bir dil geliştirmek, sorunların soğukkanlılıkla tartışılabileceği ve mağduriyetlerin çifte standarttan uzak bir tutarlılıkla toplumun geniş kesimlerine anlatılabileceği bir siyaset hattıdır. Bu gerçeklikte şiddetin yalnızda negatif etkisi olabilir. Kaldı ki Türkiyelilik ve kültürel haklar ekseninde belirlenmiş bir hedefler manzumesi de şiddetten arınmış bir siyaset çizgisini daha da zorunlu kılmaktadır.

 

<<AKP Kürt sorununa bakışı nedir?

Tamamen Makyavelizmdir. Kimi Kürt siyasetçilerde AKP’nin Kürt sorununu kısmen de olsa çözmek istediği, ama devletin bunu engellediği şeklinde bir yaklaşım var. Bu yaklaşımın ciddi bir yanılgı olması bir yana, daha önemlisi AKP’nin Kürt halkı içindeki hegemonyasını güçlendirmesine hizmet etmektedir. Liberal-Amerikancı-ılımlı İslamcı mantığın Kürtler içindeki etkisinin de yansıması olan bu yanılgıya karşı anımsatılmalıdır ki, AKP’nin Kürt sorununa yaklaşımı, kendi iktidarını Kürtleri de yedekleyerek daha da güçlendirmekten başka bir şey değildir. AKP’nin Kürt politikası, devletin Kürt politikasının da sonucu olarak alt yapısı daha da güçlü olan İslamizasyonu yaygınlaştırarak ve iyice yoksullaştırılmış olan Kürtleri çürütüp sadaka ekseninde teslim almaktır. Bu yolla hem devlete dönüp, bak senin yapamadığın şeyi, Kürtlerin desteği ve asimilasyonunu ben İslamizasyonla ve sureti haktan görünerek çok daha iyi yapıyorum demekte, diğer yandan da Kürtlere dönüp, aslında ben çözmek istiyorum ama devlet engelliyor, dolayısıyla elimi güçlendirmem için DTP’yi bırakıp beni desteklemeniz gerek demektedir. Öyle görülüyor ki bu ikili yaklaşımın karşılığını da ciddi anlamda almaktadır. Oysa AB, demokratikleşme ve sosyal güvenlik politikaları yanı sıra Irak operasyonu  ve DTP yargılanması konularındaki yaklaşımı da açıklıkla göstermektedir ki AKP bir çözüm ve demokratikleşme iradesi değil, tersine kendi İslamcı ve yeni liberal iktidarını yaygınlaştırmak için her şeyi mûbah sayan bir Makyavelizmdir. Bu gerçeklikte özelde DTP genelde Kürtlerin, AKP’nin potansiyel bir müttefik değil, tersine yükselen asıl rakip olduğunun bilincinde bir dil geliştirmelidir.

 

Tüm toplumu çürüten temel sorunların başında geliyor’

 

<<Çözüm için siyasal idaresi mevcut mu? Çözümün dinamikleri nelerdir?

Şu anda içeride etkili bir çözüm iradesinden söz etmek mümkün değil. İktidarı belirleyen güçler, halen sorunun çözümünden yana bir gereksinim içinde olmadığı gibi, tam tersine onun varlığını iktidarları ve yöntemleri için kullanıyorlar. Çözümün potansiyel anlamda temel dinamiği Türk halkının şovenizmin ve tebaalık sinikliğinden kurtulmasına bağlıdır. Halkın kendi haklarını, kendi milliyetçileri ve egemen güçlerine karşı savunma iradesi edindiği oranda, en uygun çözümün iradesi de belirginleşecektir. Ancak orta vadede bu mümkün görünmüyor; çünkü öncelikle bunu sağlayacak feraset ve birleştiricilikte bir sol irade görünmüyor. Diğer yandan şiddetin başta genç insanlarımızın ölümü olmak üzere Türkü Kürdü ayırmadan bir bütün olarak Türkiye’yi tüketmesi gerçeği karşısında en küçük bir gelişmeyi bile önemsemek ve geliştirmekten yana bir perspektif izlenmelidir. Bu gereklilik ve gerçeklikte çözüm için düzen içi tüm dinamikleri de önemsemek gerekiyor ki yukarıda işaret ettiğim üç maddelik çözüm paketi için vicdanını kaybetmemiş aydınların, AB’nin, büyük burjuvazinin, savaşın yıkımından ders çıkarmış askerlerin, burjuva demokrat ve İslamcı çevrelerin açılımlarına da değer vermek ve en küçük bir komplekse düşmeden onları geliştirecek, cesaretlendirecek, rezonansa sokacak, etkili kılacak açılımlar üretmek gerekmektedir. Bu sorun salt sosyalist çözüme bırakılamayacak kadar yaşamsal ve üstelik başta yoksullar ve emekçiler olmak üzere tüm toplumu çürüten temel sorunların başında gelmektedir.