BİRGÜN Yazı Dizisi: Türkiye Kürt Sorununda Çözüme Ne Kadar Hazır? -10-
25 Mart 2008
Hakan Tahmaz
Kan, kanla temizlenmemelidir!
“Hakkarili bir Kürt’ün her yerde göğsünü gere gere “Ben Kürdüm ama Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşıyım” diyebileceği bir Türkiye yaratmak temel hedefimiz olmalıdır.”
Bugün Kürt kökenli subay ve uzun yıllar Deniz Baykal’ın sağ kolu olarak CHP siyaset yapman CHP Ankara milletvekili Eşref Erdem, görüşlerini BİRGün gazetesi okuyucularıyla paylaşacak. Eşref Erdem hatırlanacağı gibi AKP hükümetin K. Irak’a askeri operasyon izni isteyen tezkereye hayır oyu veren tek CHP milletvekili. Aynı zamanda uzun yıllar parlamentoda görev yapmış olmanın ve CHP Genel başkan Yardımcılığının verdiği duyarlıkla devletin bazı kesimlerin hassasiyet ve görüşleri bilecek konumda olması nedeniyle söyledikleri dikkat çekici. Umarız CHP içinden benzeri sesler daha da yükselir.
<<Genelkurmay ile CHP, MHP arasındaki gerilimin nasıl yorumlamak gerek?
Her şeyden önce, bu tartışma, yanlış olmuştur. Demokratik bir hukuk devletinde, her kesimin durması gereken bir yer ve alması gereken bir konum vardır. Hükümetin ve tüm devlet kurumların yasalarla tanımlanmış görev, yetki ve sorumlulukları vardır.
Teröre, on binlerce vatandaşımız kurban verilmiş, ülkemizin kalkınması için kullanılabilecek milyarlarca dolarlık milli serveti yitirilmiştir. Bu gerçekleri doğru tahlil ederek, sorunun temelinde yer alan iç ve dış etkenleri belirlemek ve terörü ortadan kaldıracak sağlıklı politikaları oluşturmak ve hayata geçirmek gerekir. Sorunu “operasyonun süresi” gibi alana çekmek, işin özünü gözden kaçırmamıza neden olur.
Hükümet, ulusal bir konuda, muhalefetle elbirliği ile hareket ederek, bilgi ve sorumluluk paylaşma yerine, “ben nasıl istersem öyle yaparım”, anlayışıyla birçok konuda yaptığını sürdürdü. Basının bir bölümü, bilgi ve yetki sahibi olmadığı bir konuda, operasyonun amacı ve süresi konusunda, kamuoyundaki beklentiyi yükseltmiştir. İşte böylesi bir süreçte, CHP üst yönetimi de iktidarın sorumsuz politikasına adeta tepki verircesine, sanki operasyonun süresi daha uzun sürerse, terör sorunu temelden çözümlenecek ve akıtılacak kan ne kadar fazla olursa, yaşanan acılar o denli hafifleyecekmiş gibi bir söylemin içine girmiştir. Bunlara ek olarak, ABD’nin çeşitli düzeydeki yetkililerinin ve ABD Savunma Bakanı’nın operasyonun “en kısa sürede” sona erdirilmesi doğrultusundaki taleplerine, Sayın Genel Kurmay Başkanı’nın “Kısa süre, izafi bir kavramdır. Bir gün de olabilir, bir yıl da. Operasyon, hedefe vardığımızda bitirilecektir” açıklamasının ardından, “operasyona son verildiği”nin açıklanması, olayı daha da karmaşıklaştıran, gerginliğe ve spekülasyonlara yol açan bir süreci tetiklemiştir. CHP yönetiminin açıklamaları da, bu olumsuzluklara tepki biçiminde ortaya çıkmıştır. İşin özünü gözden kaçıran ve sorunu operasyonun süresiyle ilgili bir boyuta indirgeyen yaklaşım, daha fazla gerginliğe yol açarken, çözüme yönelik hiçbir katkı sağlamamıştır.
CHP, yıllardır yaşanan terör belasını mümkün olan en alt düzeye indirebilecek, kapsamlı programları hazırlayabilecek birikimi, tarihsel geçmişi olan partidir. ABD’nin, Irak’ta bir milyondan fazla sivilin yaşamına mal olan, bölgemizi ve ülkemizi bir dizi sorunla karşı karşıya bırakan “Genişletilmiş Orta Doğu Projesi” yaşama geçirilmeye çalışılırken, Erdoğan bu emperyalist projenin “eş başkanı” olmakla öğünürken, CHP’nin kapsamlı bir politikaylae ortaya çıkması gerekirdi. CHP’nin “Operasyon daha uzun sürmeliydi” söyleminden farklı şeyler söylemesi ve bu şoven söylemin, son tahlilde ülke içinde kardeşi kardeşe kırdırmak isteyenlerin planlarına uygun olduğunu görmesi gerekirdi.
<<Türkiye’nin inisiyatifi kaçırdığı iddia ediliyor, ne dersiniz?
Bölgemizdeki gelişmelere de yön veren güçlerin başında ABD’nin geldiği biliniyor. Türkiye’nin ise, bir bölgesel güç olarak, inisiyatifi kimi taktik noktalarda ele alması mümkündür. Ama bölgesel gelişmelere yönelik kapsamlı politikalarınızın ve stratejilerin olması gerekirdi. Ne yazık ki, Türkiye’nin bu konularda yeterli bir hazırlığı yoktur. Burada kastedilen “inisiyatif”, yaşanmakta olan “sorun”la ilgili bir fırsatın kaçırılması ise, bu konuda da şunları söylememiz gerekir: “Sorun”un ne zaman ortaya çıktığına bakarsak, olay daha yalın olarak anlaşılabilir. Önce “sorun”un adını koymakla başlamakta yarar var. Adına ister “Kürt Sorunu” deyin, ister “Doğu Sorunu” deyin, bir sorun olduğu açıktır. Bu sorun, 1980’lerden sonra şiddetini arttırdı. 12 Eylül askeri darbesi demokrasiyi askıya alındığı dönem, terör için elverişli ortamı hazırdı. Bu dönem çıkarılan 2932 sayılı yasayla, Kürtçe yasaklandı. Sosyolojik olarak yaşamakta olan bir dili, yasayla ortadan kaldırmak mümkün değildi. Yapılan en önemli hata budur. Şimdi “Yapılan hataydı” diye itirafta bulunuyorlar. Ama bu itiraflar yaşananları ve toplumu bölen nedenleri ortadan kaldırmadığı gibi, “hata”nın düzeltilmesi yoluna da gidilmiyor.
Demokrasi anlayışının egemen olduğu bir devlet, bu “hata”ların yarattığı sorunları gidermeye, açılan yaraları sarmaya yönelik devlet politikasını çoktan oluşturmuş olmalıydı. Ne yazık ki, darbeden bu yana geçen yaklaşık 25 senede, bu doğrultuda bir arpa boyu yol alınmış değildir. Yasaklar sürdürülmekte, “yok sayma” hali devam etmekte, gerginliği tırmandıran sosyal iklim sürekli beslenmektedir. Bu “iklim”, şiddeti besleyen en önemli olgudur. Sorunun çözümüne, sorunun varlığını kabul etmekle başlanabilir. Bunun ardından çözüme yönelik politikalar ve somut öneriler geliştirilebilir. Salt operasyonlarla, olayın şiddet boyutuna yönelik önlemlerle, bu çok boyutlu ve kapsamlı soruna, kalıcı bir çözümü olanaklı değildir. Sorunun siyasal, kültürel, ekonomik ve sosyal yönlerini bir arada değerlendiren politikaya ihtiyaç var. Burada CHP’nin pozisyonu, çözüme karşı bir tutum olarak görünüyor. Eğer, sizin de değerlendirdiğiniz gibi, geniş toplum kesimleri, CHP’nin bu konudaki “pozisyonu”nu, çözüme karşı olarak değerlendiriyorsa, demek ki CHP’nin bugünkü politikasında bir eksiklik, yanlışlık ve bir iletişim sorunu var. Oysa daha 1990 yılında SHP, “Güneydoğu Raporu” olarak bilinen kapsamlı bir rapor hazırlamıştı. Bu raporu Hikmet Çetin, Diyarbakır Milletvekilimiz Fuat Atalay, Hakkâri Milletvekilimiz Cumhur Keskin, Tunceli Milletvekilimiz Orhan Veli Yıldırım, Deniz Baykal ve ben birlikte hazırladık.
Diğer birçok önemli husus arasında, raporun bazı temel saptamaları şunlardı:
1) Türkiye’de Kürtler vardır
2) Türkiye Cumhuriyeti, bir ırk Cumhuriyeti, bir kafatası Cumhuriyeti değil, bir siyasal bilinç Cumhuriyeti’dir.
3) Türkiye, asimilasyoncu politikalardan vazgeçmelidir
4) Kürtler bu ülkenin gerçeğidir, parçasıdır. Kendi dillerini yazarlar, geliştirirler, okul kurarlar, yazılı ve görsel basını kullanırlar.
Bu saptamaların ve önerilerin temel olarak ifade ettiği anlayış, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları olarak, birlikte yaşamayı gerçekleştirecek olan bir anlayıştır. Mevcut CHP Programı’nda da sorun, “Kürt sorunu” olarak yer almaktadır. Fakat zaman içerisinde, maalesef bu yaklaşımından uzaklaşıldı.
<<Ne oldu da CHP bugünkü duruma geldi?
Üzülerek söylemek durumundayım ki, CHP Genel Başkanı, ciddi ülke sorunları karşısında, parti yönetiminin ortak aklını yansıtmayan görüşler öne sürdüğünü, ciddi konulara pragmatik yaklaştığını ve kolaycı çözümler aradığını düşünüyorum. Lider, risk alan kişidir. Risk almayan ve ancak olaylar oluştuktan sonra verilen tepkilerle sınırlı kalan yaklaşım, CHP’yi de kendi oluşturduğu belgelerden uzak ve politika üretemediği varsayılan bir parti konumuna sürüklemiştir. CHP bunu hak etmemektedir.
<<Tezkerede “hayır” oyu verdiniz. Buna ilişkin ne diyeceksiniz?
Ben genel seçimlerden çok önce, bu sorun konusunda, partide farklı düşündüğümü ifade etmeye başladım. Ben bu tavrımla, partinin yeniden soruna eğilmesini ve çözüm aramaya yönelmesini sağlamayı hedeflemiştim. “Sorun”un sadece askeri ve polisiye yöntemlerle halledilemeyeceğini birçok kez parti içinde ifade ettim. Sorun siyasal, ekonomik, kültürel boyutlarının ortaya konulmazsa, bir başına askeri önlemlerin hiçbir anlamı yoktur. Eğer “erken dönmeyip” Irak sınırları içerisindeki militanların tamamı “tasfiye” edilseydi, sorun çözümlenmiş mi olacaktı? Yapılan açıklamalarla şoven bir anlayışın temsilcisi gibi görüntü verildi, iktidar partisinin beceriksizlikleri, hataları gölgelendi ve Genel Kurmay Başkanlığı ile de “kavgalı” bir parti konumuna düşüldü.
<<Operasyon sürdürülse, daha öncekilere benzer bir sonuç mu olurdu?
Kan, kanla temizlenmemelidir. Sorunları barışçıl yollardan çözümlemek için tüm koşullar zorlanmalıdır. Topluma ve sorunun muhatabı olan vatandaşlarımıza, sorunun çözümü için siyasal, ekonomik ve sosyal boyutlarda yapılacaklar konusunda kapsamlı bir programınız olduğunu anlatamıyorsanız, sadece sorunu derinleştirirsiniz. Küreselleşen dünyada, yaşanan değişimi görmek durumundasınız. ABD’nin kendi emperyal çıkarları doğrultusunda Orta Doğu’yu yeniden düzenlemek için kan döktüğü bir ortamda biz, bize en yakın olması gerekenlerle didişiyoruz.
<<Irak Cumhurbaşkanı’nın ziyareti nasıl değerlendiriyorsunuz?
Geç kalınmış olumlu bir ilişkidir. Kuzey Irak’ta bizim iş adamlarımız çalışıyor, yatırım yapıyor. Buna karşın biz siyasi ilişki kurmaktan uzak duruyoruz. Biz o yöneticilerle düzgün ilişki kurmazsak, hem iş adamlarımızın işlerini zorlaştırırız, hem de esas olarak burada kan bağı olan insanlarımızla gereksiz sorunlar yaşarız. Irak’ın bir anayasası ve o anayasaya göre de bir yönetimi var. Eğer Irak’taki devlet ve o devletin anayasası bizce meşru ise, söz konusu anayasanın ayrılmaz bir parçası olan kuzeydeki yapılanmayı meşru kabul etmemek tutarsızlılıktı. Ancak, Irak Cumhurbaşkanı ve diğer devlet yetkililerinin de, devlet adamı olmanın ciddiyeti ve sorumluluğu ile hareket etmelerini beklemek de, bizim en doğal hakkımızdır.
<<Sizce öncelikle atılması gereken adımlar nelerdir?
Her şeyden önce Kürtlerin yüzünün Türkiye’ye dönük olduğunun görülmesi gerek. Kürtlerin Türkiye’de kendi kimlikleri ile var olmalarının, büyük bir kazanım olduğunu kavramak ve bu olanağı değerlendirmek gerek. Ana dillerini konuşmalarını, öğrenmelerini ve kendi kültürlerini yaşatmalarından korkmamalıyız. Hakkâri’li bir Kürt’ün her yerde göğsünü gere gere, “Ben Kürdüm ama Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşıyım” diyebileceği bir Türkiye yaratmak temel hedefimiz olmalıdır. Kürtlerin iradesiyle meclise girmiş insanlarla diyalog kurulmalıdır. Yapıcı yaklaşımlarla diyalog kurulmasının devamında da sorunların çözümüne yönelik birlikte hareket zemininin yaratılması, olanaksız değildir. Diğer bir husus, seçim barajının düşürülmesidir. Unutmamamız gerekir ki, bugünkü DTP milletvekilleri bizim açtığımız yollardan meclise girmediler. Yasal yolları zorlayarak, kendileri buldular. Bu nedenle, DTP’lileri dışlayarak, Kürtlerin Ankara’dan umudunu kırmamak gerek. Bu umut bir kez daha kırılırsa, Türkiye daha da kötüye gider. Yapılması gerekenler, o denli zor değil. Sözünü ettiğimiz raporda dile getirilen öneriler gerçekleştirildiğinde, bir arada yaşamın zemini güçlenir. İşte bu konuda CHP’ye çok önemli sorumluk düşüyor. CHP, bu sorumluluğun altından, bu günkü anlayışıyla kalkamaz.
<<Siyasal irade ve toplumsal destek var mı?
Toplumsal destek var. Bizde yaşananlar, başka bir ülkede olsaydı, Kürtlerle Türkler bir birini boğardı. Bizim tarihimiz, bizi bir arada yaşamaya zorluyor. Ancak bunu kavrayıp, siyasi rant elde etme gayretine düşmeden, gereğini yapacak siyasal irade yok. AKP, sorunu “din kardeşliğine” dayalı çözmek istiyor. Bu millet değil, ümmet olma anlayışıdır. Bölgemizin en laik topluluğu Kürtlerdir. AKP işi biraz da bu nedenle savsaklıyor. Durumun istismarını yapmayı tercih ediyor. “Aslında ben bu sorunu çözeceğim ama engelleniyorum” izlenimi yaratarak, işi geçiştirmeye, diğer konularda olduğu gibi mağdur rolü oynayarak oy avcılığı yapmaya çalışıyor.
<<Başbakan “Tunceli, İzmir ve Diyarbakır’ı isterim” diyor bu nasıl bir anlayış?
Başbakan “her şey benim olsun, herkes benim gibi olsun” diyor. Gözü doymuyor. Bu ihtiraslı tutum ve o doğrultuda devlet olanaklarının yasa dışı kullanılması dâhil uygulanan çeşitli baskılar, demokrasi ile bağdaşamaz. Diğer yandan, “Diyarbakır’ı da kendinize benzeterek” sorunu çözmezsiniz. Diyarbakır, kendi özelliği ile kaldığı sürece anlamlıdır. Kaldı ki, devlet olanaklarıyla bir kentin ahalisinin dokusunu, dilini, kültürünü bir başka “şeye” dönüştürmeye çalışmak, ahlaki olmadığı gibi, olanaklı da değildir. Bu yollarla, sorunlar derinleştirilir.
<<Sol, Kürt sorununa nasıl yaklaşmalıdır?
Sol, kan üzerinden siyaset yapmaz. Solun evrensel değerleri vardır. Biz de bu değerlere sıkı sıkıya sarılmalıyız.
Nedir bu değerler?
Sol, her şeyden önce bütün sorunlara “insan merkezli” bakar. İnsanın, öz benliği ve kimliği ile varlığının kabul edilmesi ve bu varlığın herhangi bir nedenle ezilmesine karşı durur. Her türden “yok saymaya” karşı çıkar. Sol düşünce, emeğin en yüce değer olduğunu kabul eder ve politikalarını bu temelde oluşturur. Her ne kadar bazıları “sol, sağ kalmadı” diyorlarsa da, bu doğru değildir. İnsanlık tarihi, bir bakıma, ezenlerle ezilenler arasındaki mücadelenin tarihidir. Haksızlık var olduğu, gelir dağılımı adaletsiz olduğu ve insan insana zulmetmeyi sürdürdüğü müddetçe; adına ne derseniz deyin, “sol” da “sağ” da olacak. Hatta kimilerinin öne sürdüğü gibi, demokratik sosyalizmin geçerliliğini yitirdiği de doğru değildir. Türkiye’nin geleceği de Kürtlerin geleceği de, solun geleceğine ve başarısına bağlıdır. CHP’nin iktidarı da, “sol” politikaların yaşama geçirilmesiyle olanaklıdır.