Irak’ın işgalinden sonra, 17–19 Eylül 2004 tarihlerinde Lübnan’da toplanan Dünya Savaş Karşıtlarının, tartışma başlıklarından biri direnişin koşulsuz desteklenip- desteklenmeyeceği konusu olmuştu. Değişik ülkelerden toplantıya katılan savaş karşıtlarından bir kısmı, işgal karşıtı bazı örgütlerin direniş tarzını, mücadele anlayışını sorguladı. Direnişçilerin, uluslararası savaş hukuka uygun bir direniş izlenmesini, sivillere yönelik eylemlerin tasvip edilmemesini vurguladı. Diğer bir kısmı ise direnişin koşulsuz desteklenmesi savundular. Direnişin ahlakı olur mu tartışması savaş karşıtı güçleri ikiye bölündü. Bugün savaş karşıtı hareketin gerilemiş olmasında bu tartışmanın payı göz ardı edilemez. Karşı çıkılan veya tartışma konusu yapılan direnişçi güçlerin direniş yöntemleri, sivillere yönelik ve hedef gözetmeyen eylemleri, direnişlerini dinsel ve etkin farklık üzerine kuruyor olmalarıydı. ABD işgaline karşı olanlar, işgale karşı direnişi sorguladılar.
Bu tartışma daha sonra Türkiye’de savaş karşıtları arasında sürdü. Bu Türkiye’de yeni bir tartışma değildi. Özellikle 70’lerden itibaren çok sık yapılan bir tartışmaydı. Kürt sorunu dolayımı ile uzun dönemdir yaşamakta olduğumuz çatışma ve şiddet ortamı nedeniyle bu tartışmayı bugüne kadar hakkıyla yapabildiğimizi söylemek mümkün değil. PKK’nın kimi eylemleri sonrasında gündeme gelen bu tartışmada, devletin Kürt sorununda imha siyasetinde ısrarcı tutum, uygulamalarının sonuçları ve yarattığı toplumsal atmosfer, çeşitli duyarlıklar ve engelleyici rol oynamaktadır.
Diyarbakır gerçekleştirilen eylem tamda izah etmeye çalıştığım tartışmanın tüketilmesini artık bir zorunluluk olarak dayatmaktadır. Kürt sorununun demokratik ve adil çözümünü isteyen siyasal güçler, bu konudaki tutumlarını berrak ve caydırıcı hale getir(e)medikleri sürece, gelinen noktada Kürt sorunundaki “eşiğin aşılması ” imkân dâhilinde değildir.
PKK kamplarına yönelik bombalamalara misilleme olarak gerçekleştirildiği anlaşılan eylemi, PKK, askeri servise yönelik olarak tanımlayarak sahiplenmektedir. Son bir ay içinde yaşanan araç yakma eylemlerde ayni kapsamındadır. PKK, geçmişteki bu tür eylemleriyle ilgili özeleştiri yaptı. Ancak, buna rağmen sivil yurttaşlara yönelik eylemler yapmaktan da geri durmamaktadır.
Her mücadelenin etik kuralı var
Siyasal mücadele yöntemi olarak silahlı mücadelenin doğrulu veya yanlışlığı üzerine sol içinde yapılan münazaraların ötesinde silahlı mücadelenin yürütülüş kurallarına ve biçimine ilişkin tutumuzun ne olduğu tartışmalıyız. Sorunu adını açık bir biçimde koymalıyız. Çünkü her türden mücadele sadece o mücadeleyi yürüten örgütün gelecek tahayyüllünü biçimlendirmemekte, aynı zamanda üzerinde yükseldiği toplumsal zemini ve bütün toplumsal kesimleri siyasal, kültürel ve sosyal olarak etkilemektedir. Demokratik siyasal mücadelenin bir dizi evrensel etik kuralları olduğu gibi silahlı mücadelenin de evrensel etik kuralları vardır. Bu kurallara uygun davranmayan, sistem karşıtı bir hareket, mevcut sistemin yeniden üretilmesinin önünü açmaktadır. Savaş hukukunu gözetmeyen, sivillerin zarar görmemesini temel bir kaygı olarak ele almayan, eylemlerinde insani duyguları körleştirici yöntem izleyen, insanların yaşam haklarına özen göstermeyen silahlı hareketinin demokratik bir toplum oluşturabilmesi mümkün değildir. Kürt sorununda inkâr, imha ve bastırma siyasetine karşı silahlı mücadele yürütüyor olmak, aynı yöntemlerle mücadeleyi hiçbir biçimde mazur gösteremez. Bu tür eylemler, hareketinin meşruiyetini zedelediği gibi bir süre sonra harekette çözülmeye veya çürümeye yol açmaktan başka bir şeye yaramamaktadır. Kandil’e atılan bombalara ve imha siyasetine karşı, sokak ortalarında vahşet saçan bomba patlatarak, araç yakılarak tutuşturulan ateş, herkesi yakmaya başladığında iş işten geçmiş olacaktır.
80 yıllık imha siyasetinin Kandil’i, Gabbar’ı savaş uçaklarıyla bombalayarak sürdürülüyor olunması, toplumda korku, panik ve infilak yaratma amaçlı eylem yapmanın sebebi olamaz. Bu tür eylemlerin sahipleri Şemdinli’de, Susurlukta, Yüksekova’da ortaya çıkmış örgütlü güçlerdir. Kürt hareketi bu güçlerle kendisini ayrıştıracak, kendi idealine uygun direniş hat oluşturmadığı, bir yolla girmediği sürece Kürt sorununu çözümsüzlük çıkmazına doğru sürükleyen bir işlev görme tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Diyarbakır’daki meydana gelen facia, Kürtlerin demokratik haklar mücadelesine, silahların susması istemine ve Türkiye’nin demokratikleşmesi çabalarına zarar veren, Kürt sorununu terör sorununa indirgeyen yaklaşımın etkin olmasına ve güçlenmesini sağlayan kör bir şiddet eylemdir. Bu türden eylemler ve eylem çizgisi, sorunu daha fazla çıkmaza sokarak, Kürt sorununun çözümsüzlüğünü derinleştiren çıkmaz bir yoldur. Barışa bu yoldan yürünerek ulaşılamaz.
9 Ocak 2008
BİRGün Gazetesi