30 Ekim 2007 Evrensel Gazetesi
Bu yazı okuduğunda, Güneydoğudaki operasyonlar, K. Irak hava saldırıları, Kandil dağına bombalama ve sokaklarda “cadı avcılığı” devam ediyor olacak. Beklide, K Irak’a kara hareketi başlamış olacak. Kısaca savaş hali her yönüyle hüküm sürmeye başladı. Sokaklarda göstericiler, linç edecek Kürt ya da Kürt sever aradığı, ülkenin dört bir yanında “şehidine sahip çık, bayrak as” sloganlarının atıldığı ve parti binalarının tosuncuklar tarafından kundaklandığı, yağmalandığı bir ortamda tezkere zaten resmen uygulanmış oluyor.
Ekim ayı ortasından itibaren ölen asker ve Kürt genci sayısı 100 yaklaştı. Yani 1990′ ların başına dönüldü. Dönemin genelkurmay başkanının tabiriyle “düşük yoğunluklu savaş” yeniden başladı. Şimdi herkesin durup 1999–2007 yıllarında, ne hata yaptık da savaş yeniden başladı sorusunu yüksek sesle sorması gerek. Bu sürecin değerlendirmesini aklıselim ve gerçekçi bir biçimde yapmadan içte başlayan “düşük yoğunluklu savaş”ın bölge savaşına dönüşmesinin ve etnik temizliğe yol açmasını önlemek mümkün olmayacak.
Eskiden Türkiye, Suriye, Irak ve İran’ı kapsayan bölgesel sorun niteliği sahip Kürt sorununu, küreselleşen dünyanın küresel sorunu oldu. Küresel güçlerin enerji ve petrol savaşının merkezine oturdu. Kürt sorunun yarattığı siyasal güç/ ler bu çatışmanın en önemli aktörleri konumuna geldiler. Bölgedeki muhalif güçler içinde en yaygın ve toplumsal bağları en güçlü yapılardan biri olan PKK ise, en etkin konuma sahip durumda. Bu durum, güneydeki Kürt siyasal güçlerinin PKK’ya hasmane politikalarında değişikliğe yol açtı.
Türkiye’nin Kürt sorunu, Irak Sorunu
Bu süreçte Türkiye’nin Kürt sorunu ve Kürt hareketi ciddi nitelik değişimine uğradı. Bir defa sorun sadece siyasal kimlik sorunu olmaktan hızla çıktı. Sosyal, kültürel, ekonomik, psikolojik boyutları daha fazla görünür/ hissedilir oldu. Çoğullaştı, kuşak değişimi yaşandı, Kürt yurttaşların siyasal tercihlerinde ciddi değişimler ve kırılmalar yaşdı. Her şeyden daha önemli bütün değişimlere, iniş çıkışlara karşın, sürekliliğini sağlamayı becermiş bir hareketi varlığı söz konusudur. Bu süreçte Kürt sorunu artık bir anlamda PKK sorunu halini aldı. Bunu göremeden sorunun çözümü ya da halledilmesi artık mümkün değildir. İkisini ayrıştırma çabaları yeni sorunlara kapı aralamak anlamına gelmektedir. Daha da ilerletecek olursak Türkiye’nin Kürt/PKK sorunu Irak işgali sonrası Ortadoğu / Irak sorunu olmuştur. Bugünün Irak’ını düzlüğe çıkarmayı amaçlayan politikalar, Türkiye’nin Kürt sorununun çözümüne ilişkin bir yol haritasını da içermek zorundadır. Türkiye’nin egemen güçleri son tahlilde bu yeni politikayı ortaya çıkarmamanın bedelini, her zaman olduğu gibi aşağıdakilere, dışlananlara ödeterek, silahlı çatışma halini sürdürmesini tercih etmekteler.
Bu açıdan Türkiye’nin inkârcı ve imhacı Kürt politikasının değişmesi için, Irak politikasının değişmesi gerekir. K. Irak gelişmeler karşısında Türkiye’nin Kürt sorununa ilişkin politikasının temelini oluşturan “Türkiye’yi böldürtmeyiz” tezi, yerini “Irak’ı böldürtmeyiz, K. Ikar’ta bağımsız Kürt devleti kurdurtmayız”a dönüşmüştür. Silahların yeniden konuşmaya başlamasının ve K. Irak’a müdahalenin asıl sebebi, PKK meselesi değil, güney’deki gelişmeler ve ABD’nin hazırlan resmi olmayan raporda yer alan, Irak’ın üç parçaya bölünmesi tezi, Türkiye’yi harekete geçirmiştir. Türkiye, bir taraftan içte Kürt sorunu etrafında yeni dizayn (DTP’ni etsizleştirme/ sıkıştırma) işlerini yürütürken diğer taraftan esas olarak güneydeki gelişmeler konusunda etkin güç olmanın peşindedir.
PKK, kanımca kimilerin iddia ettiği gibi DTP’ni etkisizleştirmek ya da Türkiye’yi, K. Irak’a çekmek için son saldırıları gerçekleştirmiyor. Aksine devletin izlediği DTP ve K. Irak politikasının çıkmazını göstermeye ve DTP ve K. Irak yöneticilerinin ellerini güçlendirmeye dönük bir siyaset izlemektedir. Daha açıkçası “DTP’ ni sıkıştırmaya, TBMM’ den atmaya çalışmayın ben varım”, “güney’den elinizi çekin, güney’de bende varım” mesajını vermeye çalışmaktadır. Tabi ki, bunun çok ağır bedeli oldu. Gelinen noktada gösterilerinde, TV ekranlarında ve gazete köşelerinde büyük bir kin, nefret kusuluyor. Esas tehlikeyi de bu kin ve nefretin bütün Kürt yurttaşlara yönelmesi oluşturmaktadır.
AKP çıkmaza sürüklüyor
İki yıl önce “Kürt sorunu vardır öncelikle benim sorunumdur” diyen başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın, kısa bir süre önce bir TV kanalında sarf ettiği “şimdi burada terörist, terör örgütü silahı bırakacak.. Burada bizim derdimiz yapılacak bir şey varsa gelirsin yaparsın siyasetle” sözleri sorunun özünü ortay koymaktadır. Bu konuşmada başbakan sorunu nasıl kavradığını ya da aslında hala kavrayamadığını sergilemiştir. Başbakan, Kürt sorununun çözümü için atılacak adımların esas olarak atıldığını ve DTP’li vekillere ve belediye başkanlarına karşı izlenen siyasetin meşru olduğunu ifade etmektedir. Dolayısıyla geriye PKK sorunu kaldığı anlatmaya çalışıyor. Bunun için de, gelinen aşamada 24 kez denenmiş sınır dışı operasyonu 25.’ci kez yapmakta, K. Irak’ı bombalamaktadır. İşte bu yaklaşım ve siyaset yeniden çatışmaların başlamasına yol açtı. Yani Kürt sorunun demokratik siyasal zeminlerde çözümünün önünü açmayan siyasal zihniyet ölümlerin esas sorumlusudur. Bu nedenle de tek başına gerçekleşme şansı olmayan, “PKK ‘ya silahları bırak, teslim ol” çağrıları yapmak etik olarak sorundur. Ülkeyi yangın yerine çevirecek ve 6- 7 Eylül olaylarından, daha büyük etnik temizliğe yol açma potansiyeli taşıyan “Kürt sorununu halletme” siyaseti “Kürtleri halletmeye” dönüşüyor. K. Irak kara hareketinin yapılması, Türkiye Kürtleriyle süren savaş halinin bütün Kürtlere karşı savaşa dönüşmesine anlamına gelecektir. Türkiye’yi bölge halklarıyla karşı karşıya getirecektir. Çıkmaza sokacaktır.
Türkiye’yi Yugoslavya’laş tıracak bu siyasetin karşına eşit, demokratik, özgür birarada yaşamın iradesini çıkarmanın görevi, silahların susmasını savunlarının omuzlarında büyük ve ağır bir yüktür. Başta Türkiye barış meclisi üyeleri olmak üzere demokarasi ve emek güçleri, topluma hakim olan linç kültürünü, milliyetçi, şoven, ayrımcı atmosferi değiştirmek için, daha cesaretli, daha cesur, daha etkin, caydırıcı, dönüştürücü bir hayatı, iş yerlerinde, mahalleler de kurmak zorundadır. Fabrikada Kürt olduğu için horlanan, aşağılanan Kürt işçi kardeşine, Kürt olduğu için evinden atılan, kahvede dışlanan Kürt ‘de sahip çıkmayı başaramadığımız sürece, silahların susmasını, Kürt sorunun demokratik çözümünü de başarma şansımız yoktur. Türkiye’nin Iraklaşmasını, Bosnalaşmasını istemeyenler, inkâr ve imha siyasetine karşı, şimdi ayağa kalmalıdır. Sonrası geç olabilir.3 Kasım’da, Ankara’da yapılan eşit, demokratik Türkiye mitingi bir şans olarak değerlendirebiliriz, barışın, kardeşliğin, eşitliğin, özgürlüğün sesini Sıhhiye’ den, TBMM ulaştırabiliriz.
Hakan Tahmaz