4 Ekim 2007 Birgün Gazetesi
29–30 Eylül 2007 tarihlerinde Diyarbakır’da gerçekleşen “Türkiye’de Kürtler: Barış Süreci İçin Temel Gereksinimler” başlık konferans basında geniş yer aldı. Son beş yıldır yurtiçinde ve yurtdışında böylesi birçok konferans düzenlendi. Her konferansta “bu kendi alanında ilk oldu” sözüne de artık alıştık. Tabiî ki her birinin kendine özgün önemli yanları, kazanımları ve sonuçları oldu. Ancak bu laf artık çok fazla bir şey ifade etmiyor. Sorunun çözümünde yaşanan tıkanıklık bu tür platformlara da yansımış durumda. Kendini tekrar eden konuşmalar çoğalmaya başladı. İki gün süren ve yedi oturumdan oluşan konferansta oturum başkanları hariç (oturum başkanlarının çoğu panelistler kadar konuştu) 8’i yabancı 28 konuşmacı vardı. Konferansa bölge düzeyinde çok yoğun ilginin olduğunu ve bölge insanı tarafından dikkatlice izlendiğini söylemek mümkündür.
Dikkat çekici bir konuya deyinerek konferans ilişkin gözlemimi aktarmaya çalışacağım. Kürt sorununa ilişkin kamuoyunun ilgisine mazhar olan her konferansın hemen öncesinde veya sonrasında gelişen olaylar konferansları gündemin gerisine itmektedir. Benim ilk aklıma gelenler: 30 Mart 2005 tarihinde yine Diyarbakır’da yapılan ve 3 gün süren “Ortadoğu ve Kürt Sorununda Barış” konulu uluslararası konferans öncesi 5 yıl aradan sonra bölgede ilk kez çok büyük operasyonlar yapıldı. Diyarbakır şehir merkezin hemen kenarında 3 gün çatışma yaşandı. 13–14 Ocak 2007 tarihinde Ankara yapılan “Türkiye Barış Meclisi konferansı”ndan 5 gün sonra Hrant Dink öldürüldü. En son Diyarbakır konferansının başladığı gün Beytüşşebap’ta 12 kişi öldürüldü. Bu tesadüfler düşündürücü olsa gerek.
Konuşmacılarda AKP hayranlığı
Konferans konuşmacılarının önemli bir kısmı, Kürt sorununun demokratik çözümü için PKK’nın silahlı mücadeleyi bir an önce terk etmesine vurgu yaptılar. Bu, gazetelere “Diyarbakır konferansında PKK’ya silahlı mücadeleyi bırak çağrısı” olarak yansıdı. Ancak bazı konuşmacılar ise silahların bırakılmasının koşullarının yaratılmasını ısrarla vurguladılar. Bugüne kadar yapılan tek taraflı ateşkeslerin yanıtsız kalmasını sorguladılar. Tamda bu noktada dikkat çekici olan ise PKK’ ye “silahları bırak” çağrısı yapan konuşmacıların Kürt sorununun bugüne kadar çözülememiş olması konusunda geleneksel devlet politikalarına eleştirel yaklaşırken son 5 yıldır hükümet olan ve bu çözümsüzlük politikasını sürdüren AKP’ye ilişkin eleştirel tek bir cümle kurmamalarıydı. Bu tutum DTP ve Kürt hareketine bir tür AKP’ye destek verme çağrısına dönüştüğünde ise özellikle genç dinleyicilerde tepkiye yol açtı. Oturum aralarında genç dinleyiciler konuşmacıların AKP hayranlığına eleştirilerini bir miktar da tepkisel olsa gösterdiler. Konunun, konuşmacılar tarafından “devlet çözümsüzlüğü dayatıyor, AKP ise sürece yayarak bu sorunu çözecek, bu nedenle DTP, AKP’nin peşinden gitmeli, köstek olmamalı, destek vermeli’ ye kadar vardırılması AKP’nin 22 Temmuz’da seçimlerinde aldığı %47 oy’un hegomanik baskısının ürününden başka bir şey olamaz. Bazı konuşmacıların AKP güzellemesini üstten bir dille ve DTP yöneticilerine akıl verir tarzda yapmaları neredeyse bardağı bir miktar taşırdığını söylemek mümkün. 22 Temmuz seçimlerinde AKP’ye oy kaptırmış olan DTP kitlesinde, bununda yarattığı duygusallıkla ciddi bir huzursuzluk görülüyordu. Sanırım biraz bu durumunda etkisiyle ilk kez bir parti yöneticilerinin konuşması sırasında salonu terk ettiler. Anlaşılan önümüzdeki dönem DTP’nin işi çok zor olacak. Bize düşen de eleştirel dayanışma çizgimizi etkin bir güç konumuna ulaştırmaktır.
Konferansa katılan istisnasız bütün konuşmacılar DTP’ne özel bir önem, bir rol biçti. Konuşmacıların üzerinde uzlaştığı tek konu ise DTP’nin bu sürecin ihtiyaçlarını karşılayacak politikaları bir an önce oluşturması ve kendine bir rota belirlemesine olan ihtiyaç acilliği oldu. Tabi her konuşmacı bunu kendi yaklaşımları ve beklentileri doğrultusunda olması için de DTP’ye bir tür “basınç” yapmaya çalıştı. Nitekim son oturumda konuşan DTP Diyarbakır milletvekili ve TBMM grup başkanvekili Selahattin Demirtaş konuşmasında bu duruma özel olarak dikkat çekti. Demirtaş partilerin üzerinden yoğun bir baskı olduğunu ve toplumun her kesiminin, devletin, hükümetin, AB’nin, PKK’nin ve seçmenlerinin partilerinden büyük bir beklentisi olduğunu vurguladı. “Ve biz bu beklentileri doğal olarak dikkate alırız ama bizim için esas olan DTP’ye gönül ve emek verenlerin beklentisidir” diyerek kendi pozisyonlarının altını çizerken AKP politikalarını sert bir dille eleştirdi. Bu AKP güzellemesi yapanlara bir yanıt ve gerginleşmiş ortamda yapılan bir tür savunma konuşmasıydı.
Biz azınlık değiliz
Bu konuşmada dikkat çekici önemli noktalar vardı. Bunlardan ilki birçok konuşmacının vurguladığı, AB sürecinde Kürt sorunun çözüme kavuşacağı yanılgısına karşı ilk kez bir DTP yetkilisinin itiraz etmesi oldu. Demirtaş “AB sürecinin Kürt sorununun çözümünün sadece önü açabilir, çünkü AB soruna bireysel haklar temelinden yaklaşmakta, oysa Kürt sorunu kolektif ve siyasal haklar sorunudur” diyerek bu yaklaşıma itiraz etti. Kürt hareketinin konuya böyle yaklaştığını vurguladı. İkincisi ise Demirtaş’ın “Biz kendi ülkemizde azınlık değiliz. Azınlık tanımını kabul etmiyoruz. Kürtler azınlık haklarıyla yetinmez. Biz kendi ülkemizde nasıl yaşamak istediğimize kendimiz karar vereceğiz. Yeni anayasa hazırlık sürecinde bizi kimse azınlık statüsüne sokmaya çalışmamalıdır, biz hem merkezi hem de yerel yönetimlerde söz sahibi olmak istiyoruz. Anayasa en azından bu hakkın önü tıkamamalıdır.” sözleri anayasa tartışmalarında DTP’nin nasıl bir yol izleyeceği konusunda ya da oluşturacağı politikanın sınırlarını tanımlayan bir yaklaşım olsa gerek.
Selahattin Demirtaş’ın konferansta yaptığı konuşmasında “ Sizin terör dediğinize, biz terör demeyiz, biz, siz olmayız” sözleri “PKK ile ayrışın, PKK’ya tutum alına” doğrultusundaki basınçlara ve DTP yönelik baskılara karşı bir yanıt olsa gerek. Demirtaş, “biz bir halk hareketinin partisiyiz. Biz partiyi kurduktan sonra kendimize seçmen yaratmadık. Var olan kitle hareketin üzerine parti kurulduk” sözleriyle nasıl parti olduklarına yanıt verdi.
Kürt hareketinin gerçekliğini görmeyenler ya da görmek istemeyenler şimdi Kürt sorunun çözüm yükünü bütünüyle DTP’nin üzerine yıkarak sıyrılmak istiyorlar. Konferans bunun imkânsız olduğu bir kez daha göstermiştir. Konferans, sorunun almış olduğu boyutu, derinliği ve karmaşıklığı ortaya yeterince koydu. Kürt sorununun çözümünün güçlü diyalog ve çabalardan geçtiğinin ve buna dünden daha fazla ihtiyaç olduğunun altı çizildi. Bu nedenle anayasa hazırlığı sürecinde bu ağır yükün DTP’ ye yüklemenin çıkmaz bir yol olduğunun görülmesinin bir sonucu olarak özellikle bütün bölge milletvekillerin ve sivil toplum örgütlerinin ortak davranması konusunda hem fikirlikle konferans sonuçlandı.