Peki Şimdi Ne Olacak?

BİRGün Gazetesi  Yazı Dizisi:  15 Eylül 2007    

Hakan Tahmaz: Kürt hareketinde sarsıntı var

Kürt hareketi ortak bir politik eksen içinde ilerleyemiyor. Bu da yeni bir durum değil. 1999 yılında Öcalan tarafından uygun görülen siyaseti tam anlamıyla uygulayamadıklarını düşünüyorum. Bu hareketi bir rotaya sokan güç zayıfladı. Kürtlerin bir kısmı Barzani’ye, bir kısmı Avrupa’ya bakmaya başladı. Yani merkezlerinde bir sarsıntı var. Solun yeniden yapılandırılması konusu önümüzde büyük bir problem olarak duruyor. Bu yapılandırmanın nasıl olacağı, nerede birleşileceği konuşulmadan taktikler üzerinden gitmekle bir sonuç alınamaz. Süreç, ‘nasıl bir toplum istiyoruz’ sorusunun belirleyici olmasıyla yapıcı bir şekilde işler. Masabaşı tartışmaları ile olmaz.

* * *

ÖDP PM üyesi Hakan Tahmaz ile alırlıkla Kürk hareketinin seçim sürecindeki ue öncesindeki pozisyonlarını konuştuk. Türkiye solunun Kürt hareketini kayıtsız şartsız desteklemesinin doğru olmadıkını söyleyen Tahmaz, solun Kürt hareketine eleştirel fakat kapsayıcı yaklaşması gerektiğinin altını çiziyor.

AKP’ nin seçim başarısını nasıl yorumluyorsunuz?
Bu başarı önceki yerel seçimlerden görülebilen bir durumdu. Tabii bu sonucun en önemli nedenlerden biri; siyasette muhafazakâr, ekonomide liberal AKP’nin Türkiye’nin küresel dünyaya eklenmesi açısından önemli başarılar elde etmesidir. Bir diğer neden ise; Türkiye siyasetinde hem sağ merkez, hem sol merkez diye bir şey kalmamıştı. Solun merkezinde olmak iddiasını taşıyan CHP aslında milliyetçiliğin, statükoculuğun savunuculuğunu yaparak merkez sağın solunda duran bir parti haline geldi. Bir tür mızıkçılık ve gerilim siyaseti peşine düşen CHP’nin, bu başarıda önemli bir katkısı olduğu kanaatindeyim.

Özellikle cumhurbaşkanlığı seçiminde olduğu gibi, siyasete dışarıdan müdahale edilmesi tehdidi insanlarda bir duyarlılık geliştirdi ve bu da AKP’ye yaradı. Mevcut durum Türkiye’de kuvvetli bir özgürlükçü sol inşa edilememesinden kaynaklanıyor. Sokaktaki insan sol dendiğinde CHP’yi anlıyor. Nedir CHP? Sağa kaymış, adı bile sol kalamamış bir parti. Devletin kurucu ideolojisinden uzaklaşmış kuvvetli bir özgürlükçü sol odak yaratma niyeti CHP’nin çizgisinden çok uzakta olmalı. 28 Nisan muhtırasına ve AKP siyasetine karşı CHP ağzıyla muhalefet yapan, ‘ne şeriat, ne darbe’ söylemiyle meydanları dolduran büyük bir kalabalık gördük örneğin. Solun AKP’yi doğru değerlendirememesi, AKP karşısında duracak bir muhalefetin eksikliğine imkân sağladı.

Yani siz ‘ne şeriat, ne darbe’ diyen insanları haksız mı buluyorsunuz?
Ne şeriat dediğiniz zaman toplumun büyük bir kısmı bunu din karşıtlığı olarak algılar. Oysaki biz AKP’nin toplumu daha çok muhafazakârlaştıran siyasetine karşı muhalefet olmalıydık. Şunu kabul etmeliyiz ki, AKP ile Refah, Fazilet partileri arasında dağlar kadar fark var ve sol bu durumu iyi okuyamadı.

» Peki seçim öncesi soldaki tartışmalara gelirsek; bağımsız sol adaylar süreci aydınların çağrısıyla mı, yoksa DTP’nin teklifiyle mi harekete geçti?
Bu süreç Ahmet İnsel’in önerisiyle start aldı. Bu taktiksel bir öneriydi, kabul gördü. Gerçi bu DTP’nin de içinde sürdürülen bir tartışmaydı fakat bu taktiğin bütün bir sola hitabı Ahmet İnsel ve Seyfettin Bey’in çağrısıyla oldu. Tabi bunda daha çok Hrant Dink cenazesinde ortaya çıkan politik atmosferin de tetikleyici etkisi var.

» Bu seçim süreci sizce Kürt hareketi için Türkiye solu ile bir yakınlaşma getirdi mi? Kürt hareketi içinde kendisini sosyalistlere yakın hissedenler ve başka bir yerden siyaset yapanlar arasındaki parçalanmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
DTP’nin bu bağımsız adaylar sürecini sol ile birleşmek üzerinden kurmadığını düşünüyorum. Fakat daha sonra üç partinin liderlerini ve bazı aydınları aday göstermek ve sol ile bir dayanışma içerisine girmek fikrini hayata geçirdiler. DTP’nin bu taktiğinin kendi ihtiyaçlarına hitap eden bir arayış olduğunu ve bunun da mantıklı olduğunu kabul etmeliyiz. Burada asıl solun ihtiyacı neydi, bunu tartışmalıyız. Çünkü DTP ile ittifak yapmanın bir taktik sorunu olduğunu ve tartışılabilir olduğunu düşünüyorum.

Kürt hareketinin ortak bir politik eksen içinde ilerlemesinde bazı farklılıklar var ve bu da yeni bir durum değil. Açıkçası 1999 yılında A. Öcalan tarafından uygun görülen siyaseti tam anlamıyla uygulayamadıklarını düşünüyorum. Sizin de bahsettiğiniz ayrılığın haricinde, bir de güneyde Irak işgali sonucu oluşan yapı yüzünden merkezi siyasetlerinin biraz tehlikede olduğu gerçeği var. Aralarındaki farklılıklar gittikçe derinleşir hale geldi. DTP ulusalcı bir yapıya sahip olduğundan, bu durum şaşırtıcı ve yeni değil. Eskiden de içlerinde sosyalistler, demokratlar, vs,..Vardı. Bu hareketi bir rotaya sokan güç zayıfladı. Kürtlerin bir kısmı Barzani’ye, bir kısmı Avrupa’ya bakmaya başladı. Yani merkezlerinde bir sarsıntı var.

» Baskın Oran kampanyası doğru bir kampanya mıydı? Gölge kabine çalışması başladı mı?
DTP ile yaşanan sorun nedeniyle Baskın Meclis’e giremese de, yapılan kampanya başarılı oldu. Toplumun belli konularda vicdanını harekete geçirebilecek bir kampanya tasarlandı. Tabii ki herkesin demokratik hakkı vardır ve Baskın’ı sol olarak tanımlamayabilirler. Ben tanımlıyorum, çünkü bu teşhis koyma durumu bizim soldan ne anladığımıza göre değişir.

Benim vicdanımın en rahat olduğu dönem bu kampanya sürecidir çünkü ÖDP’nin milliyetçiliğe ve ırkçılığa karşı açık, net tutum almak karakterini bu kampanya tam anlamıyla yaşatmıştır. Ve böyle bu tavırla, bu kadar açık başka bir kampanya yoktur.

» Peki önemli bir kesimin Oran’ı sol bir aday olarak görmemesinin sebeplerinden önemli bir tanesi zamanında kendisinin ‘oyumu AKP’ye verebilirim’ demesi olabilir mi?
Baskın Oran bunu izah etti. Kendisi CHP’yle AKP’yi kıyasladığı bir yazısında bunu yazmıştı ve amaç başkaydı. ‘Baskın kimdir’ diyenler, başbakanlığa bağlı insan hakları komisyonundaki azınlık raporundaki verilerden tanıyabilirler. Bu kimlik unutuldu; yerini kampanyadaki anti neo-liberal mücadele eksikliği değerlendirilip ‘bu sol değildir’ dendi. Baskın Oran kampanyasına baktığımız zaman eşitlik ve özgürlük talepleri görüyoruz, belki bu solculuğu beğenmeyebilirler ama bu sol bir fikriyattır.

Bu kampanya ırkçılığa karşı bir hareket olmuş ve çoğullaşmıştır. İkincisi; bu kampanya bir çeşit örgütlenme vesilesi olmuştur. Tabii çok büyük bir kitleye ulaşılamadı. Her ne kadar bazı örgütler destek vermiş de olsa kampanyanın omurgasını bireyler oluşturdu. Yani bu koşullarda ve malum kısıtlı zamanda bence iyi bir kampanya yürütüldü. Gölge kabine Baskın’ın bir çağrısıydı. Kampanyaya katılan bütün aktivistlerle Bilgi Üniversitesi’nin toplantı salonunda iki gün sürecek bir kampanya değerlendirmesi olacak.

» Bu gölge kabine sürecinde Ufuk Uras da var mı?
Görüşülmüş müdür bilmiyorum ama bu toplantı esas olarak Baskın’ın değerlendirme toplantısıdır. Benim bildiğim, Ufuk bu sürece dâhil değil. Bunlar yürütülmüş iki farklı kampanyadır. Sadece iki şahsın görüşleri nedeniyle bir süre paralel gitti.

» DTP’de yakın zamanda bir kongre var. Seçim sürecinde başlayan tartışmalar kongreyi nasıl etkiler sizce?
DTP’nin olağanüstü kongresinde olağanüstü şeyler olacağını düşünmüyorum. Tabii ki AKP’nin kendilerine karşı takındığı tutumu DTP masaya yatıracaktır. Çünkü AKP, sokaktaki linç kültürünü Meclis’e taşıdı. Milletvekillerini yargılamak, PKK’ye zorla terörist dedirtmek bu çabanın örneğidir. Bu bir sıkıştırma siyasetidir. DTP bu süreçte bu duruma cevap verebilecek bir politika çıkartmalı.

» Peki, ÖDP’nin olağanüstü kongresiyle ilgili öngörüleriniz var mı?
ÖDP’nin içinde bulunduğu kriz sebebiyle yapılacak kongre ise ne derece işlevli olur bilemiyorum. ÖDP’nin ilk defa bir kriz yaşamadığını herkes biliyor. Ben, krizleri çözme metodu olarak her zaman demokratik parti işleyişinin önemini vurguladım. Parti içi kurulların ve parti hukukunun işletilmesi gerekiyordu. Ancak, krizi çözme metodu konusunda ÖDP’de sıkıntı var.

Daha önceden bağımsız adaylık sürecini değerlendiren PM toplantısında da bu yargım ve kaygım sebebiyle toplantıyı terk etmiştim. Ufuk’un yaptığı konuşma bir muhtıraydı ve ‘ya benim dediğimi yaparsınız, ya da ben yokum’ demeye getirdi. ’28 Mayıs muhtırası’ diye yaptığı şaka bile bir gerçekti. Büyükanıt’ın muhtırasına karşı sokağa çıkan bir yönetici kendi partisine muhtıra verdi. Ben o an, Ufuk için PM kararının çok da önemli olmadığını, kendisinin zaten karar verdiğini anladım ve bu konuda partiye uyarıda bulundum. Bir parti başkanı tek başına Meclis’e girecek, kendisini kongreden daha üstün görecek ve arkada kalan parti de özgürlükçü bir solu inşa etmeye çalışacak! Böyle bir gerçeklik yok. Bu bir krizdir.

» 2005 yılında Abdullah Öcalan’ın idamı konusuna dair yazdığınız birkaç yazıda Erdoğan’ın bu konuda ılımlı ve olması gereken bir bakış açısı olduğunu, hem de bunu etrafındaki hatta partisindeki insanlara rağmen yaptığını yazdınız. Ancak bu seçim dönemi sanırım bu tespiti boşa çıkardı. Ne değişti?
AKP resmi imhacı ve inkârcı politikayı açık olarak savunmuyor ama kendi geleneğindeki milliyetçilik çimentosundan da kurtulamıyor. Gün geliyor ip atarak, gün geliyor tek bayrak, tek millet, tek devlet demeçleriyle sahneye çıkıyor. AKP atması gereken adımları zamanında atamamış, Kürt sorununa sağduyulu davranmamıştır.

Kendisini klasik muhafazakâr çizgiden farklı bir yerde tanımladığı için Kürt sorununa eğilmek konusunda çok şansı vardı bence ama bunu kullanamadı.

Ben o yazılarda bu şanstan bahsetmiştim sadece. Tabi bu süreçte Kürtlerin de hatası var. Biz Başba-kan’ın kapısına dayandığımızda bize yeteri kadar destek vermediler. Bir aylık PKK ateşkesini iki taraf da anlamadı. Zaten bizim talebimiz süresiz ateşkesti. O süreç olumsuz işledi, imtihan verilemedi ve bugün gelinen noktada Erdoğan Kürtleri sıkıştıran bir politika uyguluyor. O bölgelerdeki Cumhurbaşkanlığı gezi programında hiçbir yerel yöneticiyi ziyaret yoktur ve bu ciddi bir tavırdır, bir sıkıştırmadır, bir işarettir.

* * *

Kürtler Irak’taki savaş karşıtı duruşlarında ciddi bir tereddüt yaşamaya başladı

» Küresel BAK, savaş karşıtı hareketten ayrılarak oluştu. Bu süreçte ve sonrasında Kürt hareketi içinde nasıl çalkantılar oldu, Kürt hareketiyle ayrılık nasıl yaşandı?
Küresel BAK hareketi Irak’ta Savaşa Hayır hareketinin sönmesiyle oluşan, bireylerin oluşturduğu bir harekettir. Esas amaç ABD’nin savaş politikalarına karşı bir duruş sağlamaktır. Kürt hareketi baştan beri bunun içinde yer aldı. Şu anda çok aktif bir şekilde desteklemiyorlar ama tamamen de içinde yoklar demek doğru olmayacak.

Tabi Irak tarafında oluşan bir Kürt özerk bölgesi, bir Kürt parlamentosu var. Türkiye’deki Kürtler bu durumu anlamaya çalıştı ve Irak’taki savaş karşıtı duruşlarında ciddi bir tereddüt yaşamaya başladılar. Çünkü kendi içlerinde de farklılıklar var.

Benim kanaatim Türkiye’deki Kürtlerin bu konudaki politik tutumlarının doğru olmadığıdır. Çünkü emperyalist kuvvetlerden medet umarak bir gelecek kurmak çabasının yerinde olmadığını düşünüyorum. Ama bu oranın (Irak’ın) özgünlüklerini görmeme de engel değil. Ki ben solun bunu tam göremediğini düşünüyorum. Talabani’nin Irak cumhurbaşkanı olmasının Kürtlerdeki pozitif etkisine karşılık, ‘siz ABD ile işbirliği yaparak bir devlet kurdunuz’ gibi kaba bir yaklaşım ile solu tarif etmenin mümkün olmadığını düşünüyorum.

Kürtler kendi çıkarları ile ABD’nin çıkarlarının örtüştüğünü düşünerek davranıyorlar, bunu görmek gerekir. Görmek demek, ‘bu doğrudur’ demek anlamına gelmez. Ben anlamak gerektiğini düşünüyorum, onaylamak değil.

Sorulması gereken şudur: Biz Kürtlere nasıl bir gelecek sunuyoruz ki onlara “yüzünüzü Barzani’ ye, ABD’ye dönmeyin” diyebilelim. Bizim sol olarak Kürt sorununa yaklaşımımızın zayıf ve zaafı-yetli olduğunu düşünüyorum çünkü Türkiye solu ‘Kürt hareketi ne eylerse, doğru eyler’ demeden, yeri geldiğinde onları eleştirerek ama bir yandan da onların kültürü, ihtiyaçları, yaşayışları ile dayanışma içinde olmayı beceremedi. Türkiye solu 12 Eylül’ün kendisine bıraktığı eziklikten dolayı, ‘Kürtler hep desteklenmelidir’ fikrinden kurtulamadı.

Bana göre ciddi bir pat dönemi yaşıyoruz. Ne devlet onları yokedebiliyor, ne de Kürtler kendi kimliksel kazanımları anlamında elle tutulabilir bir başarı elde edebiliyor. Ve bu noktada sol bir rol oynayamadı. Oysa ki, olması gereken bir arada yaşamın gerekli zeminlerini, dayanaklarını yaratmaktır; bunun mücadelesini vermektir. Yani biz yan komşumuz işinden atıldığında, linç edildiğinde, dışlandığında ona ne derece sahip çıkabiliyo-ruz? Bunu kendimize sormamız gerekir.

* * *

Solun bugünkü ihtiyacı bence çatı partisi değildir

» Çatı partisi ve yeni bir oluşum tartışmalarına nasıl bakıyorsunuz?
Bu seçimlerin en önemli götürülerinden biri, ÖDP’nin, solun yeniden yapılandırılması konusundaki önderliğinin ciddi bir zayıflamaya uğramasıdır. Aslında seçim süreci, öncesi değil, solun yeniden yapılandırılması konusu önümüzde büyük bir problem olarak durmaktadır. Bu yapılandırmanın nasıl olacağı, nerede birleşileceği konuşulmadan taktikler üzerinden gitmekle bir sonuç alınamaz.

Bu süreç nasıl bir toplum istiyoruz, nasıl bir yerde yaşamak istiyoruz gibi soruların belirleyici olmasıyla yapıcı bir şekilde işler. Yoksa günlerce sürecek masabaşı tartışmalarıyla bir yapılandırma olacağına inanmıyorum. Bir yandan 301’i, bir yandan cezaevi olaylarını, bir yandan azınlık sorununu, yani kendisini ilgilendirecek her türlü konuyu gündemine koyabilecek bir hareketle yeni bir hareket olunur. Toplumsal dayanakları güçlendirmeden, AKP’ye, MHP’ye terk edilen varoşları, üniversiteleri geri almayı beceremeden bir kuvvet yaratılamaz. Tabi bu noktada ÖDP’nin önemi artıyor çünkü 11 yıllık bir geleneğin getirişi sayesinde çok renkliliğin lideri olmuştur.

Bu bahsedilen ihtiyaca çatı partisi önerisi tam oturan bir yol değil. Zaten iki konu birbirinden farklı. Yani bir tanesi solun güç birliği, öteki solun yeniden yapılandırılması. Bu konuların hepsini birbirine geçirerek bu iş olmaz.

» Peki ihtiyaç nedir o zaman?
Öncelikle, çatı tarifinin ne olduğuna dair bu çözümü telaffuz eden çevrelerden kesin bir tarif gelmiyor. Bir kısmı DTP’nin çatı partisi olması gerektiğini söylüyor. E peki herkes kendi örgütünü ve örgütlenmesini bırakıp nasıl gelecek? Cevap yok. Belli değil. Bir kısmı diyor ki; bütün yapılar yerinde dursun ama bir tane de ayrı bir parti olsun. Peki biz bunun içinde ne yapacağız? Yine belli değil. Zaten ÖDP’nin, EMEP’in, DTP’nin içinde farklılıklar var, peki bunlar da mı güç birliği o zaman? Yani solun güç birliği ‘parti’ şeklinde olmayadabilir. Öncelikle neyin, nasıl olacağını konuşmak lazım. Önemli olan küreselleşme mağdurlarının, yok sayılanların, ezilenlerin, dışlananların, azınlıkların kendilerine dair çözümler bulabileceği bir parti olmasıdır. Yeni bir Türkiye, başka bir dünya, nasıl bir sol parti olacağının tarifi biraz da burada yatmaktadır. Yani eğer bu bir güç birliği çalışması olacaksa bunu bir parti çatısı altında yapmanın anlamı yoktur. Bence solun bugünkü ihtiyacı çatı partisi değildir.

* * *

BU KONUDA ŞÖYLE DÜŞÜNÜYORUM:

AB
Türkiye için dikenli yol.
NATO
Savaş örgütü.
KAMULAŞTIRMA
Toplumsal yarar.
BORSA
Haksız kazanç.
NÜKLEER
Felaket.
KUDÜS
Çok kültürlü simgelerden biri.
IMF
Kovulması gereken.
İNCİRLİK ÜSSÜ
ABD’nin oyun alanı.
KIBRIS
Herkesin istediği gibi yaşayabileceği bir yer.
DEVRİM
İmkansız değil!

Hakan Tahmaz: ÖDP  PM üyesi; ÖDP eski Genel Başkan Yardımcısı