Gerçek Gündem 15 Eylül 2007
22 Temmuz seçiminden hemen sonra Başbakan, biraz da seçim başarısınız sarhoşluğuyla AKP yöneticilerine yapılacak ilk yerel seçimlerinde bazı belediye başkanlıklarını kazanmaları talimatı verdi. Bunlar İzmir, Çankaya, Hakkâri, Diyarbakır ve Tunceli belediyesiydi. Bu belediyelerden İzmir ve Çankaya uzun dönemdir sosyal demokratlar tarafından yönetilmektedir. Diyarbakır 2 dönemdir DTP geleneğinin yönetimde. Tunceli ise hep muhalif olmuş bir kent.
Bu kentlerin içinde Kürt kimlik mücadelesi ve Kürt hareketi için simgesel bir anlamı ve önemi olan ve özel bir yere sahip olan Diyarbakır belediyesine ilişkin, R. Tayip Erdoğan 59. hükümet döneminden itibaren özel bir siyaset izlemektedir. 12 Ağustos 2005 tarihinde Başbakanın Diyarbakır’a yaptığı ziyaret öncesinde de bugünküne benzer bir gerilim yaşanmıştır. Başbakanın, Diyarbakır Belediye başkanlığını ziyaret etmeyeceği açıklaması, belediye başkanı Osman Baydemir ise Başbakanın belediyeyi ziyaret etmesini beklediklerini açıklaması, gerilimin ve tartışmanın bahanesi oldu.
Artık geniş kamuoyunca da bilinen bir gerçeği adı ile çağırmanın zamanı geldi. Son 27 Mart yerel seçimler sonrasında Başbakan Diyarbakır belediyesiyle özel olarak ilgilenmiştir. Bu ilgilenmenin pozitif bir ilgilenme olmadığını da çıplak bir gerçektir. Diyarbakır taarruzu başlatılmıştır. Başbakanlıkta, bakanlıklarda bekleyen dosyalar, ret edilen ve engellenen, yaşama geçirilmeyen projelerle ilgi sorulara yanıt verme zahmetinde bile bulunmamaktadır. Hatta o derece ileri gidilmiştir ki, merkezi hükümetin atadığı idareciler çoğu zaman birer yerel yönetici gibi davranarak, yerel yöneticiler baypas edilmektedir. Örneği park düzenlemesi yapmışlardır. Atanmışların bunları kendi başlarına yapabileceği düşünmek her halde biraz tuhaf olur. Bir ülkenin Başbakanı niçin özel olarak bir Belediye başkanıyla bu derece ilgilenebilir. Kişisel bir sorun, çekemezlik olamayacağına göre politik bir nedeni olmak durumundadır.
AKP’nin yanlış hesap yapıyor
Bu durum AKP’nin, Kürt sorununu çözüm stratejisinin bir parçasıdır. AKP, bölgede Mart yerel seçimlerinde elde ettiği sonuçlardan hareketle Kürtlerin siyasal temsiliyetinin sandıkta ele geçirme mücadelesi başlattı. Bölgede 22 Temmuz seçimlerinde beklenenin çok üzerinde oy alan AKP, stratejisini daha emin adımlarla hayata geçirmek için kolları sıvadı. Bir taraftan DTP’ yi sıkıştırma taktiği izlerken diğer taraftan Diyarbakır’ı düşürme için düğmeye bastı.
Diyarbakır belediyesini ele geçirmek, Kürt sorununun demokratik çözümünün muhatabı bakımından adresin değiştiğinin hükme bağlanması anlamına gelemez. Kürt hareketi, Kürt kimliğinin tanınması mücadelesinin temsiliyetini, sandıktan elde ettiği başarıyla kazanmadığı gibi sandıkta da kaybetmez. Böylesi bir sonuç sorunun daha karmaşık ve çetrefilli bir mecraya sürükleyecek bir gelişme olabilir. Kürt sorununun demokratik çözümüne katkı sunamaz. Bu strateji sorunu daha karmaşık hale getiren ve çürüten bir sonuç doğurmaktan başka bir işlevi olamaz.
Yerel yönetimler, yerel ve bölgesel farklıklardan kaynaklanan sorunların çözümünde en az merkezi siyasal yönetimler kadar etkin rol sahibi olabildikleri ölçüde sorunlara demokratik, katılımcı ve yerelin doğal yapısına uygun çözüm yolları yaratmak mümkün olabilir. Dışlayan, yok sayan ve siyasal ikameci yaklaşımlar ise sorunları çözmekten daha çok çürüten işlev görebilir.
Merkezi yönetimin olanaklarını elinde bulunduran siyasal gücün bir tür savaş ilan ettiği yerel yönetimi ele geçirmesi daha kol bir şey olarak görülebilir. Ancak bazen ve çoğu zamanda beklenmedik anlarda, toplumu halk sarmaşığı gibi sarmış/ yerel yönetimlerde katılımcı çıkışlar da, siyasal iktidarların gidişini tetikleyen gelişmelere yol açabilir.
Kürt sorununun çözümünün karmaşıklaştığı bir süreçte, AKP’nin, Diyarbakır belediyesine ve DTP’li belediyelere karşı 3,5 yıldır sürdürdüğü ayrımcı politikasını savaşa dönüştürdüğü bir aşamada, demokrasiden, katılımcılıktan, eşitlikten, özgürlükten, çok kültürlü, çok inançlı ve çok dilli toplumsal yapının geliştirilmesinden, güçlendirmesinden yana olan bireylere, tüzel kişilere büyük sorumluk düşmektedir.
AKP’yi durdurabiliriz
Bu hukuksuzluğa, adaletsizliğe ve ayrımcılığa karşı, Diyarbakırlıların ortaya çıkmış ve çıkacak özgür iradelerinin tanınmasının tarafı olmalıdır.
Çünkü AKP’nin “zaferi” sadece, Kürt hareketine, DTP’ye, Osman Baydemir‘e karşı bir “zafer” olarak kalmayacaktır. Bu “zafer” bütün sola, sistem muhaliflerine, katılımcı yerel yönetim isteyenler, kendini iyi hissetmeyenlere karşı bir hareket olacaktır. Sol ile toplum arasındaki duvarlara yeni tuğlalar ekleyecektir.
Çünkü merkezi yönetime bağlı bütün mekanizmaların, yerel yönetimin karşısında konumlanma olasılığı çok fazla artmıştır. Merkezi imkân ve olanakların Diyarbakır yerel yönetimine karşı kullanılma olasılığı en yüksek düzeye çıkmıştır. Merkezi siyasal otoritenin siyasal gücü kendini yerel yöneticiler ve halk üzerinden düne göre daha şiddetli hissettirecektir.
Osman Baydemir’in bu savaş haline karşı sarf ettiği ve bıçağın kemiğe dayandığını his ettiren sözleri, bir çağrı işlevi görebilir. AKP’nin, savaş haline karşı, demokratik çözümün sesini savunacak mekanizmalar geliştirmeliyiz, barışın sesini harekete geçirmeliyiz.
Aksi takdir bu derin sessizliği ya da çeşitli bahaneyle egemen sesin safına katma hali sonucunda, her türlü demokratik zeminde var olma koşulları ortadan kaldırılmış bir siyasal gücün, geriye yapabileceği iki şey kalıyor. Ya olanı sineye çekip, evinde dilsiz, kimliksiz, kendisine verilenle yetinmektir. Ya da kendini özgürleştireceği yerlere doğru yürümektir.
Bu nedenlerle, bizler, egemen medyanın büyük yazarlarının yaptığı gibi Diyarbakır kimin, neyin kalesi olduğunu sorgulamasına sırt dönerek, siyasal bir simge olmuş Diyarbakır’ın zapt edilmesine karşı ayağa kalmalıyız. Unutmayalım Kenan Evrenin 82 Anayasası da sandıktan çıktı. Ama demokratik değil, demokratik mekanizmalar işletilerek bu sonuç alınmamıştır. Eli kalem tutan her insanımız yurttaşı uyarmalı, AKP dur diyen çığlın yükselmesi sağlanmalıdır. Bu imkânsız değildir. Yeter ki, omuzlarımızdaki yükün ağırlığına boyun eğmeyelim. Belediye Başkanıyla kentleşmiş bir Diyarbakır, Diyarbakır ile omuz omuza aynı safta yer alan bir İstanbul, işte Türkiye’nin geleceği.