Boykotçuluk ve mızıkçılık devri sona ermiştir

17 Ağustos 2007 Yenişafak

Sayın Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığına adaylığını açıklamasıyla hızlanan tartışmalar, insanların akıllarına ister, istemez 22 Temmuz seçimleri niye yapıldı sorusunu getirmektedir. Seçimlerin normal süresinden erken yapılmasını nedeni 11.Cumhurbaşkanı seçimlerine ilişkin ortaya çıkan kriz olmamış mıydı? Erken seçim isteyen ve seçimlerin yapılış hukukuna ve koşullarına hiçbir itirazı olmayanların, seçmenlerin krizi çözme yetkisini/ vekâletini AK Parti vermiş olmasını içlerine sindirememeleri izah muhtaç bir durumdur.Bu nedenle seçim olmamış gibi davranmaları ve kriz çıkarmada ısrarcı konuma sürüklenmiş olmaları siyasetin savrulduğu çıkmazı gösterir en dramatik durum olsa gerek. Seçmen 22 Temmuz seçimlerinde bir ölçüde krizden çıkışın yolunu, boşalmış olan siyasal merkezi AK Parti ile doldurmakta gördü. Sağın merkezi ve çevresinin oyları belli ölçüde AK Partide toplanırken, merkez sol olarak bilinen ama artık merkez sağın solunda duran merkez sağ parti CHP’ den de oy alması bunun kanıtıdır.  Bunun başarılıp- başarılamaması AK Partinin performansına kalan bir iştir. AK Parti krizden çıkış için ürettiği formüllerle bu mecrada yürüyüp yürüyemeyeceği kanıtlayacak. Meclis Başkanı seçimleri bunun ilk örneği oldu. Şimdi esas büyük krizi aşma yoluna girdi.

 

CHP yaşadığı Kriz

Yaklaşık iki yıl önce kendilerini TC devletinin kurucusu, esas sahibi gören veya sanan derin/zinde güçler, siyasal İslam geleneğinde gelen AK Partinin belirlediği ve milli görüş kökenli birinin Cumhurbaşkanı seçilmesini rejimin geleceği acısından tehlike olarak tanımladı. Bunu engellemek için ise, Cumhurbaşkanı seçimlerinden önce erken seçim talebi gündeme taşındı. Erken seçimin gerekçesi olarak, eskimiş olan  ( seçimlerin üzerinden 4 yıl geçmiş olan ) meclisin, 7 yıl görev yapacak Cumhurbaşkanını seçmesinin yanlışlığına işaret edilmekteydi. Bu talep seçimlerle parlamentodaki siyasal tablonun değiştirilmesini öngörmekteydi. Ancak bunun demokratik veya normal yollar başarılabileceğine ilişki hiçbir emare görülmemesi üzerine son bir yıldır her yolla başvuruldu. İlkbaharda yapılan “Cumhuriyet mitingleri” ve e- muhtıralı çıkışlar en son çırpınışları oldu.

Rejim krizin derinleştiren/ tırmandıran siyasal aktör ise aslında sol ile hiçbir ilişki olmayan, ancak toplumun sol olarak gördüğü veya algıladığı sosyal demokrat partiler oldu. Sosyal demokratlar büyük beklentiyle tek parti ( CHP ) ile girdikleri 22 Temmuz seçimlerinde bir kez daha hüsrana uğradılar. Toplum bunu aynı zamanda bütün solun hüsranı olarak yaşadı. İşte tamda üzerinde durulması gerek en önemli noktanın burası olduğu kanaatindeyim. Demokratik, özgürlükçü ve eşitlikçi bir solun, bu ülkede toplumu değiştirici, dönüştürücü bir güç olamamasının önemli bir nedeni, kendini TC devletinin, bu kurucusu ideolojisinin/ siyasal gücünün politik etkisinden ayrıştırmayı bir türlü başaramamış olmasındır.

2 yıldır rejimin selameti üzerinden süren Cumhurbaşkanı tartışmasında sol, Cumhurbaşkanının işlevi, sistemdeki yeri ve katılımcı,  demokratik bir yönetim ve idari yapının nasıl olması gerektiği gibi bir dizi tartışmaları es geçti. Solu “Cumhuriyet mitinglerinden” medet umma ya da bu mitinglere rengini veren ideolojik/politik yaklaşımların sığlığına hapsetmekten kurtaramadılar. Toplumun geleceğini buralarda aramada ısrar edilmesi ve yurttaşların yaşamlarına deyen merkezlerin buralar olmadığı kavranamadığı sürece, toplumsal değerleri gözeten sosyal, demokratik, kültürel siyaset üretmek ve bunların kuvveden file geçişini sağlayabilmek mümkün olmuyor. Temmuz seçimlerinden çıkarılması gereken en doğru sonuç tam da bu olsa gerek. Bu sonuç bize Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde nasıl bir tutum geliştirmemiz gerektiğinin yolu gösterebilir.

Dünyanın hiçbir ülkesinden sol kendini, özel veya kamusal alanın kıyafet yönetmenliği üzerinden kurmaz, tanımlamaz. Solun kendine ait değerleri vardır. Sorun bu değerlerin toplumsal değerlere dönüştürmektir. Sayın Gül’e ilişkin tartışma yapmak gerekiyorsa, bunu, son 4 yıldır Gül’ün insan haklarından sorumlu hükümet üyesi olarak bu alanda nasıl bir performans gösterdiği ve rol üstlendiği ve devletin sosyal işlevi yerine getirmede üstlendiği rol gibi solun evrensel değerlerini kapsayan normlarla yapmak siyasetin kendi zemine sağlam oturmasına katkı sunmak olur. “Solu” sol, merkezi merkez ve sağı ise sağ yapmaya hizmet edecek bir tutum olur.

 

Derin Solun İflası

1960’ların sonundaki gençliğin kullandığı “Ordu Gençlik El Ele” sloganın ideolojik etkisinden solun ana gövdesi hala çıkamadığı için Gül’ün adaylığına “krize yol açan isim olduğu için” karşı çıkılmaktadır. Solun evrensel değerleri arasında, sistemin derin güçleri arasında uyumu gözetmek gibi tanımlaması imkânsız ölçütlere rastlamak mümkün değildir. Bu gerekçeyle Gül’ün adaylığına karşı çıkıyor olmak tam da kurucu ideolojiden nemalanmaya çalışmaktır. Dar alanda kısa paslaşmaları oynamaktır. Küstüm oynamam ve boykotçuluk gibi çocukluk hastalığı siyaset anlayışın iflası gerçekleşmektedir. Demokratik, özgürlükçü sol,  kitleler nezdinde Gül’ün adaylığı konusunda CHP geleneğinin normlarından farklı kılacak ve ayrıştıracak normlar üretemediği sürece inandırıcı, dönüştürücü güç olamayacaktır. Başkaca faktörlerin yanısıra solun uzun döneme yayılan krizinin kaynağında bu normları oluşturulamaması ya da bunların anlaşılır kılamaması yatmaktadır.

 

Sol, bu krizi aşmayı becerdiği ölçüde diğer siyasal aktörlerinde normlarında değişimi zorlayacaktır. Ortada böylesine zorlayıcı bir gücün olmaması Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sürecin başa sarılmasına, 22 Temmuz öncesine dönülmesi gibi bir sonuca yol açmıştır.

 

22 Temmuz ortaya çıkan siyasal irade, oyunun kurallarını değiştirmeden, normları yeniden tanımlamadan sonuç almaya dönük zorlamaların hukuksuzluğu ve toplumdan daha fazla tecritti doğurduğu göstermektedir.

 

Hukuksuzluğa düşme tehlikesi ise üzerine oturulan zeminin kaymasına yol açacaktır. CHP’nin, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yapmaya çalıştığı ise tamda budur. Bu nedenle CHP’nin, ayak izlerini takip etmek demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi ve evrensel değerlerle çatışmaktadır. Sistemi sorgulamadan üretilecek her düzeydeki çözümler kriz haline mola verme anlamına gelmektedir. Bu nedenle sistemin köklü sorgulanması vesile olacak sivil ve demokratik anayasa tartışması, Sayın Gül’ün Cumhurbaşkanı olması tartışmasından belkide taşların daha sahici yerlerine oturmasına yol açacaktır.