BirGün Gazetesi 14 Mart 2007
Bu yıl yaşanacak iki ayrı seçimin yarattığı gerilimin yanı sıra esas olarak Irak’ta yaşanan gelişmeler ve Kerkük’te yapılacak referandum tartışmaları Türkiye’yi hızla germekte.
Türkiye, Kürt sorununda geleneksel çözümsüzlük siyasetinde ve bölgesel dış politikasının omurgasını bu tutum üzerinden belirlemeye devam ettiği için, ABD’nin Irak’ta her gecen gün bataklığa daha fazla sürüklenmesinden, güneyde yaşana gelişmelerden olağan hacminden çok fazla etkilenmeye devem edecektir. Bu süreçte yapılacak seçimlerin politik ana eksenin milliyetçilik yarışına dönüştüğü koşullarda, çok kültürlü, çok dilli, çok inalcı toplumsal yapılarda toplumsal gerilimlerin etnik linçlere dönüşmesini önlemek oldukça zorlaşmaktadır.
Son bir ay içinde demokratik zeminlerde siyaset yapmaya çalışan DTP yöneticilerine karşı kampanyası başlatıldı. DTP Genel Eşbaşkanlarına peş peşe verilen hapis cezaları, parti yöneticilerine karşı basının geliştirmeye çalıştığı düşmanca tutum, 1993–94 döneminde yaşanan özel hal uygulamalarını anımsatmakta. Çeşitli bahanelerle hemen her gün güvenlik güçleri tarafından bir parti binası basılmakta, yöneticisi tutuklanmaktadır. Diyarbakır barosu yetkilileri bölgede son günlerde yaşanan gözaltılar ve tutuklanmalarının sayısının 93–94 dönemini aştığını belirtmektedir. Bu durum neyin işareti olabilir?
Bu süreçte başka hayati öneme sahip tehlikeli gelişmeler yaşandı. İmralı’da tutuklu bulunan Abdullah Öcalan’ın avukatları, 1 Mart 2007 tarihinde, yurtdışında yaptırdıkları test sonuçlarına göre Öcalan’ın cezaevinde zehirlendiğine dair iddiaları kamuoyuna duyurdular.
Tehdit mi, Uyarı mı?
Bu iddiayı hayati önem sahip kılan, iddiayı orta atanların kimlikleri, iddianın ciddiyet boyutları değildir. Bu iddia hayati öneme sahip kılan iki önemli husus vardır. Birincisi,nasıl tanımlarsak tanımlayalım, devlet gözetimi altında olan bir bireyin, hukuk dışı bir yöntemle ikinci kez, yaşamına son vermek kastıyla cezalandırılmaya çalışılmasıdır. Yani cinayet işlenmeye teşebbüs edilmesidir. İkincisi ise, bu bireyin toplumsal bir sorunun mağduru kimliği ile yürüttüğü mücadelede nedeniyle toplumsal sorunun( Kürt sorunun) mağrurlarının (Kürtlerin) bir kesimi tarafından siyasal temsilci olarak değerlendiriliyor olunmasıdır. Bu iki konumu birbirinden ayrıştırarak bu soruna çözüm üretmek ya da sorunun yarattığı toplumsal yarılmayı kapatmak mümkün değildir. Toplumsal yaşamı tehdit eden esas olarak tamda budur. Bir tehditten söz edeceksek eğer, kamuoyunu aydınlatmaları için yetkilileri göreve çağıran basın açıklamalarında aramaktan ziyade, bu iddialarının ortaya atılabilecek bir toplumsal atmosferin, sistemin, güvensizliğin ve sorunlar yumağının varlığında aramak daha doğru bir tutum olsa gerek.
Abdullah Öcalan yaşamıyla ilgili sık sık gündeme gelen iddialara, bu gerçekliğe uygun bir tarz da yaklaşılmamaktır. Adalet Bakanın yaptığı peşin hükümlerle önemler almaya çalışmak kadar yanıltıcı bir şey olamaz. Umudu tükenen kitlerin sokakları teslim almaya çalışmaların yaratacağı sonuçları göremeyen bir tutum ancak kitleri tahrik edici bir tutum olabilir.
DTP Eşbaşkanı Aysel Tuğluk’un zehirleme iddiasının Kürt yurttaşlarında, Kürt siyasal hareketinde yarattığı kaygıya ve tepkiye dikkat çekerek, konunun aydınlığa kavuşturulması istemiyle ve uyarı amacıyla yaptığı basın toplantısı, basın organları ve medya tarafından Tuğluk’un kullandığı dile feda edildi. Adeta Tuğluk linç edildi. Benzer şey aynı konuda basın açıklaması yapan DTP’li Belediye Başkanlarının başına geldi. Haklarında hemen soruşturma başlatıldı. DTP Diyarbakır il başkanı Hilmi Aydoğdu’nun Kerkük‘e müdahale karşı yaptığı açıklama nedeniyle de aynı şeyler oldu.
Hâkim basın ve medya mensupları, duygudaşlık yapma, olup- bitenleri anlama ve açığa çıkarma yolunu seçme yerine, özel savaşın kalemşorları, tetikçileri gibi davranmakta ısrar etmekteler. Toplumsal gerilim ve çatışmayı kışkırtan bir tarzla olaylara yaklaşmaktalar. Gerek Tuğluk’un gerekse de Aydoğdu’da benzer biçimde çatışmasızlık sürecinin hassasiyetini yeteri kadar gözetmeyen bir dil kullanmalarının arkasına gizlenerek hukuksuzluğu ve militarist, baskıcı, dışlayıcı politikaların gizlenmesi için üstlerini başlarını yırtmaktalar.
Geç Kalmadan
Bütün bunlar 1 Eylül 2006 başlayan eylemsizlik dönemin hızla sonunun gelmesi doğurabilir. Önümdeki Newroz bu açıdan kritiktr. Bir kez daha bir fırsat kaçırılmış olacak. Hiç kimse küçük hesapları için büyük yıkımlara yol açacak adım atmamalıdır. Yine çatışmalardan beslenenler kazanmış olacak. Ancak kaygım bu kez sadece çatışmalarının yeniden başlamasıyla sınırlı bir sonuç doğurmayacaktır. Aksine göz göre göre, bile bile, bazıları içinse isteyerek geri dönülmesi çok zor bir kopuşa sürükleneceğiz. Uzatılan eli havada kalan, geleceğinden umudu kalmamış olan Kürt yurttaşlarımız yüzlerini başkalarına dönecek. Geleceklerini başka yerlerde arayacaklar.
Demokratik siyasal zeminlerden dışlanmış, adaletsizliklere boyun eğmekten boynu kopmak üzere olanlardan daha fazla bir şey istemek, vicdanları sızlatacaktır. Milliyetçi, şoven dalganın altında ezilmenin yarattığı ruh haliyle bu sorunların üzerine yürüyebilmek mümkün olmadığı gibi soğuk kanlıktan uzak bugüne ait olmayan bir yaklaşım ve siyaset tarzıyla da yapılacak çok fazla bir şey yok.
AKP hükümeti tarafından DTP’nin demokratik zeminlerde dışlama tutumlarına karşı, caydırıcı bir mücadele hattı geliştirilmelidir. Öcalan hakkındaki iddialar ilişkin kamuoyunun kaygılarını giderecek adımların atılması için harekete geçilmeli; Öcalan’a uygulan tecrittin zaman geçirilmeden son bulması ve insani koşullara kavuşturulması sağlanmalıdır. Başta çatışmadan beslenmeyenler ve medya mensupları olmak üzere herkes, birada yaşamın olanaklarını ortadan kaldırıcı dil ve yaklaşımlarda uzaklaşılmalıdır. Sorumluluğumuz büyük. Şimdi harekete geçmezsek belki de sonsuzluğa kadar susmak durumunda kalacağız.