Bundan on yıl önce yaşanmış olan 28 Şubat, post modern darbe olarak adlandırılan süreç toplumun dokusunu sarsan, alt üst eden bir süreç oldu. Türkiye tarihinin neredeyse yarım yüzyılını darbelerle geçirdi. Bizzat bu durum siyasal, sosyal ve toplumsal yaşamda askerin ne derece etkin konumda olduğunu gösterir bir durum olsa gerek. Rejimin kuruluşu sırasında ordunun/ askeri bürokrasinin oynadığı rolün sonucu olarak ortaya çıkan rejimin esas ve asıl sahibi olma konumu, askerin toplumun, devlet kurumlarının en tepesinde bir yere oturması Türkiye’nin darbeler tarihini ana mantalitesini oluşturmaktadır. Bunun değişmemesi ise toplumun / devletin değişmesi, dönüşmesi, demokratikleşmesinin önündeki en önemli en engeli oluşturmaktadır.
1990’ın ilk yarısından itibaren rejimin, üzerine oturduğu üç alan tartışma konusu haline gelmişti. Sosyal, laik ve üniter devlet anlayışı, toplumun geniş kesimleri tarafından sarsıcı bir biçimde sorgulanmaya başlandı. Her üç alana dair değişim isteği öne çıktı. Bu sorgulama ve istek karşısından, değişime direnç gösteren kurum ve siyasal güçlerin statükocu yaklaşımları rejim krizine yol açtı. Krizi yönetmekte ve eşitlikçi, özgürlükçü yaklaşım ve açılımlarla aşmada basiret göstermeyen sivil/ seçilmiş yönetimlerin acizliğini fırsat bilen asker, krizi yönetmek için inisiyatif aldı. Post modern darbeyle siyasete ve topluma şekil vermeye çalıştı.
Toplum, laik, anti-laik, darbe, şeriat gibi ikilem arasında postal seslerine karşı sessizliğe sürüklendi. Toplumsal örgütler bu ikilem içersinde süngü zoruyla hizaya sokuldu. Bu ikilemin dışında kalmaya çalışan güçler ise etkisiz bir konumda, rejim krizin yarattığı siyasal sıkışmada boğuldular. Başta parlamento, yargı ve basın olmak üzere tüm kurumlar bu post modern darbeye servis yapan kurumlar olarak toplumsal çürümenin zeminini oluşturdular.
DARBENİN YIKICI ETKİLERİ
Bu konudaki bir başka tipik sayılabilecek örnek ise birçok toplumsal olayda adı gecen emekli askerler hakkında soruşturma yapılmaması, ya da Şemdinli, Susurluk gibi soruşturmalarda sıra askerlere geldiğinde durmasının sorgulanmaması yine bu darbeler sürecin yarattığı bir sonuç olsa gerek.
28 Şubat sürecinden rejim krizini yaratan sorunlar özgürlükçü eşitlikçi bir yaklaşımla aşılmadığı, militarist politikalarla bastırıldığı veya ötelendiği için bu sorunlar toplumu çürütmektedir. Örneğin türban sorunu bugün hala çözülemediği veya laiklik konusundaki toplumsal gerilim özgürlükçü bir anlayışla aşılamadığı için değişik toplumsal kesimler için kangrenleşmiş bir sorun halini almıştır. Cumhurbaşkanlığı seçimleri ekseninde son iki senedir yürütülen tartışmaları bu toplumsal sorun eksenine sıkıştırma çabası bir tür statükonun direnci halini almış durumdadır Bu hali ile farklılarla bir arada yaşama, çok kültürlü, çok inançlı ve çok dilli bir toplumsal mozaiği geliştirmek şöyle dursun aksine kopuşlara, çürümelere yol açmaktadır. Çünkü toplumsal yönetim mekanizmasının ve siyasetin doğal yapısını bozan 28 Şubat türü sorun çözme yöntemleri aynı zamanda birey ya da toplulukların kendi sorunlarını demokratik, evrensel kanallarla yürütülecek mücadeleler sonucu oluşacak iradelerle çözme yolunu tıkamaktadır. Sorunların çözüm yolunu askeri erkin kabulüyle sınırlamaktadır. Bu durum toplumu militarizm eden en temel unsurdur. Bir toplumun gelişebilmesi, demokratik siyaset, yönetim ve katılım kanallarının sonuna kadar açılımına esastan bağlıdır.
28 Şubat sürecinde olduğu gibi ordunun seçimlerle oluşmuş yönetim mekanizmalarının yerine ya da onlara paralel biçimde toplumu yönetmeye kendini yetkin ya da yetkili görmesi, demokratik bir toplum ve devlet olunmadığının göstergesidir. Bunun başkaca izahı olamaz. Bu nedenledir ki seçilmiş iradenin yerine ikameye yönelecek bir başka irade meşru olmaz. Bunu mazur gösterebilecek bir gerekçe üretilemez. 28 Şubat sürecinden siyasal irade olan Refahyol hükümetinin yanlış, eksik ya da toplumu parçalayan, toplumsal dokuyu bozan politika, uygulama ya da yönelimlerin önüne geçecek irade, Sincan’da yürütülen panzerler, basını hizaya sokan askeri yazılar, yargıya direktif veren askeri demeçler olamaz.
SİVİLLERİN GÖREVİ
28 Şubat sürecinde toplumun iyi bir sınav veremediği ve bu nedenle kendi geleceğine gölge düşürdüğü söylemek gerek. Bütün toplumsal örgütleri parçalayan ve etkisi altına alan bu süreç solu da parçaladı. Solun yapılması gereken sorunun demokratik zeminlerde çözümünde taraf olmaktı. Bunu yapmaya çalışanlar ise fiilen dövüşünde ezilen çimler durumuna düştüler. Ama toplum hafızasında bu duruşlarıyla yer alamadıkları için özgürlükçü bir dünya mücadelesinde yeterli derecede inandırıcı bulunmamaktalar. Bugünde solun önünde ya da daha geniş bir çerçevede toplumsal değişimden, dönüşümden yana olanların önünde duran temel görevlerden biri askerin kendi asli görevi dışına çıkmaması sağlayacak demokratik adımların atılmasını sağlamaktır. Türkiye, askeri vesayete son verecek, askerin siyasal yaşamdaki rolünü değiştirecek siyasetin ve toplumsal yaşamın sivilleşmesini sağlayacak güçlü sivil toplumsal iradeye ihtiyaç duymaktadır.
Hakan Tahmaz
1 Mart 2007
Yenişafak Gazetesi