8 Ocak 2007 BİRGün Gazetesi
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 18 Aralık 2006 Salı günü New York’ta düzenlediği basın toplantısında bir gazetecinin “Kıbrıslı Türklerin haklarından söz ediyorsunuz. Siz Kıbrıslı Türklere istediğiniz hakların aynısını Kürtlere vermeye hazır mısınız?” sorusu üzerine, Türkiye’de böyle bir sorun olmadığını belirterek eşiyle kendisini örnek gösterdi. Başbakan Erdoğan, “Kürtlerin Türkiye’de hak diye bir sorunu yok ki. Ben Türküm, eşim Arap. 29 yıldır evliyiz, bir sıkıntı yok” diye konuştu. (19 Aralık 2006 Milliyet gazetesi) Böylece Sayın Başbakanın eşiyle bir sorun yaşamadan gül gibi geçinip gittiğini ve mutlu bir hayat sürdürdüğünü öğrenmiş olduk. Bu arada Türkiye’de yaşayan Kürtlerin de hak diye bir sorunu olmadığını, bütün haklara sahip olduklarını öğrendik. Başbakan son aylarda çok sık eşinin başörtüsüyle gündeme gelmekteydi. Şimdi buna Emine Hanım’ın etnik kimliği ve aile saadeti eklenmiş oldu.
GÜNÜ KURTARMAYA ÇALIŞMAK
Bu cümleleri gazetelerde okuyunca bir an başbakan acaba uçak yolculuğu sırasında hafıza kaybına mı uğradı diye kuşkuya kapıldım. Çünkü yaklaşık 16 ay kadar önce Başbakan başka türlü konuşuyordu. Başbakan’ı, Gencay Gürsoy başkanlığında yurttaş heyeti olarak 10 Ağustos 2006 tarihinde ziyaret ettiğimizde, Kürt sorunun varlığını kabul ederek, “çözümün Anayasal çerçevede, demokratikleşmeyle olacağını, bu doğrultuda atılan adımlardan hiçbir biçimde taviz verilmeyeceğini” çok açık ve net olarak ifade etmişti. Yine Başbakan iki gün sonra 12 Ağustos 2006 günü Diyarbakır gezisinde “Türkiye’de Kürt sorunu vardır.(…) Geçmiş hataları yok saymak, büyük devletlere yakışmaz; büyük devletler günahlarını masaya yatırarak geleceğe yürür; geçmiş davalarla geleceği ipoteğe almamak lazım.(…) Kürt sorunu daha çok demokrasiyle, daha çok vatandaşlık hukukuyla, daha çok refahla çözülür” (Milliyet gazetesi 23.08.2005, Hasan Cemal) Başbakan’ın bu sözleri o dönem kamuoyunda yoğun bir biçimde tartışıldı, büyük destek gördüğü gibi tepkilere de neden oldu. Kürt yurttaşlarda ve demokratik kamuoyunda “Kürt sorununda demokratik çözüm” beklentisi yarattı.
Bugün Başbakan Kürtlerin hak sorunu olmadığını ileri sürdüğünde, dün kabul ettiği Kürt sorununun varlığını nasıl izah edecek merak konusu. Başbakan beklenmedik bir anda karşılaştığı soruyu geçiştirmek için böylesine izahı zor bir yanıt vermiş olamaz. Aksine kafasının içindekini ağzından kaçırmışa benziyor. Vahim olan da bence bu olsa gerek. Bu sözler olsa olsa Genel Kurmay’ın “Tek bir terörist kalana kadar operasyonlar devam edecek” anlayışının üstünlüğünün kabul edilmesi olabilir.
Yoksa Kürt yurttaşların bütün haklarını AKP verdi de bizim haberimiz mi olmadı. Eğer böyleyse, Newroz’da yaşanan olaylar sonrası işkenceden gecen yüzü aşkın çocuk haberleri, Kürtlerin taleplerini dillendiren Belediye Başkanları hakkında açılan dava haberleri yalanmış. Kürtler istedikleri gibi anadillerini konuşmaya ve kullanmaya başlamışlar da kimseciklerin haberi yokmuş. Dağda silahlı eylemsizlik kararı alanlar orada boşu boşuna bekliyorlar. Bütün bunlar masal ya da rüya değilse, nedir?
Başbakan bunu ilk kez yapmadı. Şemdinli olayları sonrasında söylediklerini, Kuvvet Komutanlarıyla yaptığı görüşme sonrasında unuttu. Ancak anlaşılan AKP’liler kendilerinden önce yaşananlardan hiç ders almamışlar. Bu tarz siyaset izleyenlerin gelecekteki hüsranı da ortadadır. Türkiye’nin siyasi parti çöplüğünde bu tarz siyaset yapmış onlarca lider var. Diyarbakır’da BASK modelini hatırlayıp, Ankara’da askeri operasyon emri veren Tansu Çiller, Diyarbakır’da AB yolunun Diyarbakır’dan geçtiğini iddia edecek kadar ileriye gidip sonra Ankara’ya dönüş yolunda uçakta sözlerini değiştiren Mesut Yılmaz gibi siyasetçilerin sonları hafızalardan daha silinmedi. Bu türden unutulan sözlerin bedeli ağır oluyor. Yani Demirel’in “Dün dündür, bugün bugündür” sözü Kürt seçmeni nezdinde pek geçerli akçe değil.
AKP KENDİNE DEMOKRAT
Başbakanın bu inkârcı sözlerini sarf ettiği gün, başkentte Kürtlere dönük bir dışlama, yok sayma olayı daha yaşandı. TBMM Başkanı Bülent Arınç, Kürt hareketinin demokratik zemindeki temsilcileri olan 56 Belediye Başkanının, DTP Genel Başkanı Ahmet Türk ve yöneticilerinin randevu taleplerine yanıt vermedi. Aynı saatlerde Kara Kuvvetleri Komutanını ziyaret etti. Arınç, bu davranışıyla Kürtlere ve silahlı kuvvetlerine mesaj vermeye çalıştı. Bugüne kadar Kürt sorunu ve demokratikleşme konusunda söylediklerinde de ne derece samimi olduğunu gösterdi. Arınç’ın, Kürt Yurttaşların oylarının büyük bir kısmını alan Belediye Başkanlarına TBMM’nin kapılarını kapatan ve demokratik zeminlerde siyaset yapan DTP Genel Başkan ve yöneticilerini dinlemekten imtina eden tutumu, AKP zihniyetinin sadece kendisi için demokrat olduğunu gösteren örneklerden sadece biri. F tiplerindeki uygulamaları protesto etmek için açlık grevinde olan Behiç Aşcı’nın ölmesini engellemek için Adalet Bakanı’ndan randevu isteyen yazar, sanatçı, demokratik kitler örgütü yöneticisi ve siyasi partilere Adalet Bakanlığı’nın kapılarını açmadıkları gibi. AKP’de aslında bir Türkiye klasiğini devam ettiriyor, siyasetin ve demokrasinin gelişmesinden sadece söz etmekle yetinen diğer “kan kardeşleri” nden ciddi bir farklılık gösteremiyor.
Bu durum karşısında seçilmiş temsilcileri, TBMM kapısından geri çeviren, açlık, yoksulluk batağına saplanmış, kimlikleri inkâr edilen ve ötekileştirilen Kürt veya vicdan sahibi yurttaşların, siyasetçiye güven duymasını beklemek kadar abes ne olabilir. İnkârı, yok saymayı bir siyaset ve yönetim tarzı olarak benimseyen ve uygulayanların, anketlerde parlamentoya güvenin az çıkmasından şikâyet etme hakkı olabilir mi?
TEK YOL DİYALOG
Başbakan ve AKP kadroları bu söylem ve davranışlarıyla 1 Ekim’de başlayan silahlı eylemsizliğin yarattığı fırsatı, 1999 yılında olduğu gibi kaçırdığında “dizlerini dövmelerinin” beş para etmeyeceğini bilmeliler. Kaçırılan her fırsat gençlerin daha fazla çatışma ortamına itilmesidir, çatışma zeminini daha fazla güçlenmesidir.
Daha fazla zaman geçirmeden harekete geçilmelidir. TBMM kapısına gelmiş olan DTP yöneticileri ve Belediye Başkanları Kürt sorununun çözüm adresinin TBMM olduğunun işaretini verdiler. AKP hükümetine ve tüm yöneticilere düşen sorumluk ise, bu iradeyle diyalog yolunu seçmek olmalıdır. Kürtlere kapatılan her kapı onları bizden bir adım daha uzaklaştırmakta, inkârcı ve ayrımcı her söz birarada yaşamın zeminini daha fazla tahrip etmektedir.