SESSİZLERİN VİCDANININ SESİ!

29 Aralık 2006 BİRGün Gazetesi

PKK tarafından 1 Ekim 2006 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere ilan edilen “koşulsuz ve süresiz ateşkes” sonrası hükümetin kalıcılaştırıcı adımlar atmaması nedeniyle PKK’nın silahlı eylemlere son vermesini isteyen açıklamalarda bulunan yurttaş heyetlerine yönelik “şimdi niçin bir şey yapmıyorlar” sorusu çok sık sorulmaya başlanmıştı. Son iki yıl içerisinde aydın, yazar, sanatçıların özellikle Kürt sorunu, etnik çatışma ve demokratikleşme konularında kolektif tutum alışları ve buna karşı solun bir kesiminin yaklaşımının bütünlüklü değerlendirilmesi başlı başına ele alınması gereken bir konudur. Çünkü yurttaş heyetleri olarak bu doğrultuda yapılan çalışmalara dönük eleştiri ve beklentiler aslında sol düşüncede ortaya çıkan çarpılmayı ve solun nasıl bir açmaz içinde olduğunu göstermektedir. Bu boyutuyla da üzerinde durulması gereken bir konudur.

 

Tam Zamanında

Ne erken, ne geç, tam da zamanında, 320 imzalı “Savaşın Değil Barışın Dilini Konuşalım” başlıklı bir bildiri 21 Aralık 2006 tarihinde yayımlanarak, Kürt sorununun demokratik zeminlerde çözümü yolunun öncelikli adımları tanımlandı. Farklı kesimlerden, siyaset ve görüşlerden oluşan heyetin çağrısı bu kez esas olarak hükümet ve devlet yetkililerine yönelik oldu. Çünkü bundan önce en son 12 Eylül 2006 tarihinde yapılan açıklamada …“PKK silahlı eylemlere ön koşulsuz olarak derhal son vermeli; her türlü şiddet son bulmalı, sorunların barışçıl ve demokratik yollardan çözümüne olanak tanınmalıdır. …“  talebi dilendirilmişti. Açıklama “…taleplerimizin takipçisi olacağımızı bildiriyoruz…” cümlesiyle bitmekteydi.

 

Açıklamadan kısa bir süre sonra Abdullah Öcalan’ın da talebi üzerine PKK süresiz ve ön koşulsuz olarak silahlı eylemlerini 1 Ekim’de itibaren durdurduğunu açıkladı. Yani PKK, başka faktörlerin de devreye girmesiyle çağrıya yanıt verdi Ancak hükümet ise her hangi bir adım atmadığı gibi sürecin normalleşeceği ve iyiye gideceğini gösteren en küçük emare yoktur. Aksine militarist politikalarla “sorunu halletme” anlayışı ve siyasetinde ısrar edici tutum ve tavırlarında artış gösterdi.

 

Genel Kurmay Başkanı  “tek bir terörist kalmayıncaya kadar operasyonlar devam edecek” mealindeki açıklamasıyla fiilen çatışma devam etmektedir. Her gün yeni cenazeler gelmekte. En son Başbakan New York’ta basına  “Kürtlerin hak soru yok “ gibi abes bir açıklama yaptı.

 

Demokratik taleplerini TBMM’de duyurmak için üç günlük bir yürüyüş yapan DTP’li seçilmiş yerel yöneticiler ve DTP Genel Merkez yöneticileri hakkında soruşturma başlatmak gibi demokratik haklara dönük mücadeleyi engelleyici, caydırıcı ve zorlaştırıcı uygulama ve politikalarda ısrar edilmektedir. Bu nedenle silahlı eylemsizlik kararıyla ortaya çıkan fırsatın daha öncekiler gibi kaçırılmaması ve vicdanların bir an önce harekete geçmesini sağlamak için ve siyasal iradeye sorumluluğunu hatırlatıcı bir çağrı kamuoyu ile paylaşıldı.

 

Yapılan çağrı ile silahlı eylemsizlik kararının kalıcı hale gelmesi ve silahların tamamen susması için devletin militarist asayiş anlayışına dayalı politikaları terk etmesi istenmektedir.  Kuvvet Komutanlarının “tek bir terörist kalmayıncaya kadar operasyonlar devam edecek” yaklaşımına karşı tutum alınması, sivil çözümün önünün açılması istenmektedir. Sivil çözüm için insan yaşamını merkeze alan bir yaklaşımla ilk elden atılması istenen adımlar ise beş başlıkta toplanmaktadır. Bu talepler bildiride başkaca izaha gerek duyulmayacak kadar açık yazılmıştır.

 

Demokratik Çözümün Yolu

Birinci ilk kez 15 Haziran 2005 tarihinde yayınlanan bildiride de belirtildiği gibi erkesin toplumsal ve siyasal yaşama katılımının sağlanması talep edilmektedir.  Bunun adına ister genel af diyelim, ister yasal düzenleme diyelim, nasıl tanımlarsak tanımlayalım, çatışma döneminin ürünü olan ve toplumsal yaşamın dışında konumlanan veya itilmiş olanlarının sorununun çözümünü öncelikli toplumsal ve siyasal görev olarak tanımlamaktadır.

 

İkinci talep olarak temsilde adaletin sağlanması ve sorunun her yönüyle demokratik siyasal zeminlerde tartışılıp, çözüm yolunun bulunması için dünyanın hiçbir ülkesinde bu oranda var olmayan yüzde 10 seçim barajının indirilmesi talep edilmektedir. Böylece seçmen iradesinin büyük bir kısmının parlamentoya yansımasını engelleyen 82 Anayasasının anti demokratik muhtevasının değiştirilmesi yolunun seçilmesiyle sorunun çözümünün sivil, demokratik kanalı açılması hedeflenmektedir.

 

Üçüncüsü ise çok kültürlü, çok dilli ve çok kimlikli toplumsal mozaiğinin geliştirilmesi için Kürt kimliğinin, dilinin, kültürünün tanınması, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması istenmektedir. Bir anlamda demokratik zeminlerin inşasının yolu işaret edilmektedir. Bu talep aynı zamanda kamusal alanın yeniden tanımlanmasını gerekli kılmaktadır. Çünkü bildiri bu talebi “…kamusal yaşamın bütün alanlarına dâhil olmasının..” vurgusuyla formüle etmektedir. Bu talep aynı zamanda bütün yurttaşların kendilerini yeniden üretebilmeleri ve geliştirmeleri için farklıkları zenginleştirici dinamik olarak gören toplumsal kültürün köşe taşlarından birisi ve tek tip toplum yerine çoğulcu toplum kültürünün zeminini sunmaktadır.

 

Dördüncü talep olarak ise Kürt sorunu diye tanımladığımız siyasal sorunun en önemli başlığı olan bölgeler arası eşitsizlik,  yoksulluk ve yoksunluk gibi sosyal sorunlarının giderilmesine dönük politikalarının sorunun çözümünde önemli bir faktör olacağı konusuna dikkat çekilmektedir. Aynı zamanda Kürt sorununun çözümünü kimlik, demokratikleşme gibi siyasal haklarla sınırlı bir yaklaşımın aşılarak sosyal- ekonomik politikalarında, siyasal çözümün bir parçası olduğu gerçeğine dikkatler çekilmiştir.

 

Son talep ve ana prensip ise bütün bu taleplerin hayat bulmasının militarizmi ve şiddeti dışlayan bir perspektifle mümkün olabileceği vurgusuyla imzacılar, çözüm yolunun sivil demokratik yol olduğu kanaatlerini kamuoyu ile paylaşma ve herkesi bu doğrultuda mücadele etme çağrısı yapmaktalar. Bu son çağrı “yaptıklarımız ve yapamadıklarımızla samimi olarak yüzleşmeye davet ediyoruz” cümlesi ile yurttaşlara bu konuda kişisel tarihleriyle yüzleşmeye davet etmektedir.

 

Çağrı, esas olarak siyasal iradeye adım atma çağrısı yapmaktadır. Ancak bununla da sınırlı değildir. Bildirinin başlığı bile çözüm için herkesi barışın dili ile konuşmaya davet etmektedir. Yani çatışma döneminin dili ve talepleriyle değil, bütün kesimlerin hassasiyetlerini dikkate alan ve birarada yaşamın olanaklarını geliştirmeyi amaçlayan dil kullanma çağrısı yapılmaktadır. Yine çağrı yapanlar kişisel sorumluklarını ve bu taleplerin takipçisi olma yükümlüğünü de ifade etmektedirler.

 

Makûs Talih

Yazarlarımız, sanatçılarımız, bilim insanlarımız toplumun sessiz vicdanı olarak yeter artık demek suretiyle çözüm yoluna işaret etmektedirler. Tüm imzacılar kişisel sorumlukların yanı sıra toplumsal sorumluluğun altını çizmektedirler.

 

Siyasi irade bütün bunları gözüne Çankaya zirvesine çıkma” gözlüğü taktığı için görmek istemiyor ya da görmüyor. Peki toplumun sessiz çoğunluğu ya da Kürt sorununun demokratik, adil çözümünden yana olan siyasal, toplumsal, demokratik güçler, bu çağrıyı ne derece görüyor ve kavrıyor. Alışkanlıklardan, günlük hayatın akışından uzak bir yerde durarak toplumsal ve vicdanı sorumluluklarıyla hareket etmeyi becerebilecekler. Aydınlarımızın, sanatçılarımızın, bilim insanlarımızın tutumlarını sorgulamaktan, küçümsemekten ve alay etmekten bitap düşmüş solcularımız ne kadar kulaklarını bu sese verecekler; çağrının ruhuna uygun siyasal tutum geliştirme yolunu seçecekler hep beraber göreceğiz. Bu başarılabilirse solun makûs talih değişmeye başlayacaktır. Bu değişimi gerçekleştirmeyi başardığımız ölçüde de siyasal iradeyi, kendi isteği dışında davranmaya, demokratik çözüm yoluna sokmayı başaracağız.