Yenişafak Gazetesi 20 Aralık 2006
PKK’nın 2004 yılı Haziran ayında yeniden başlattığı silahlı eylemlerini Ekim ayı başında durdurma kararı alması, uzun yıllardır “birlikte yaşamaya” alıştığımız çatışmanın sona ermesi için geniş kesimlerde umut yarattı. Ancak Ekim aynından bugüne kadar yaşanan gelişmeler, umutların yerini tedirgin ve kaygılı bir bekleyişe bıraktı. Kamuoyundaki tedirginliğin ve kaygının nedeni ise süreci, siyasi iradenin yerine askerlerin sözlerinin ve politikalarının süreci yönlendirmesi oldu. PKK’nın silahlı eylemleri durdurma kararının silahların tamamen gömülmesine dönüşmesini sağlayacak süreci başlatacak olan AK Parti hükümeti ise, sessizliğe burundu gelişmeleri izlemekle yetinmektedir. Daha doğrusu, Başbakanın ABD ziyareti sırasında, “eylemlerin durması durumunda boşu boşuna operasyon olmaz” mealindeki sözleri ve akabinde bazı hükümet yetkililerinden gelen pozitif yaklaşımlar sonrasında komutanların, “bir tek terörist kalmayana kadar operasyonlar devam edecek” tutumunda ısrar etmeleri karşısında AK Parti susmayı yeğlemekte. DYP lideri Mehmet Ağar ise “dağda değil ovada siyaset yapma” yaklaşımını dillendirmeye başladı. Her iki partinin tutumunu irdelemek ve gerekli uyarıları yapmak, silahlı eylemsizlik sürecinin kalıcılaşmasına katkı sunmak için gerekiyor.
AĞAR NEREYE KADAR
Silahlı eylemlerin durmasından bugüne kadar parlamentoda bulunan siyasi partilerden bir tek DYP lideri Mehmet Ağar, sürecin kalıcılaşması için tutum geliştiriyor görünmekte. Ancak bu tutum, demokratik çözüm beklentisi içinde olanlara ve Kürt yurttaşlara fazlaca güven vermiş durumda değil. Bazı Kürt yurttaşlarda doğal olarak, bir sempati yaratmışsa da bu da çok sınırlı ve çekincelidir. Bunun nedeni sadece Ağar’ın bin operasyona imza atan geçmiş kimliğinden değil. Siyasetinin içinin boş olması, slogan düzeyinde kalması, konuyu seçim yatırımına dönüştüren yaklaşımları ve Kürt sorunu gibi köklü ve ağır bir sorunu istismar eden bir tutum sergilemesi gibi bir dizi faktör bu sonucun doğmasına neden olmaktadır. Bu durumun ortaya çıkmasına yol açan en önemli gelişme ise Ağar’ın askerlerin çıkışlarına karşı ikircikli ve geçiştirici tutum takınmasıdır. Ağar’ın geleneksel imha ve inkâr siyaseti yerine başka bir siyaset geliştirmede inandırıcı olabilmesi ve Yenişafak’ta 28 Kasım 2006 tarihinde Fuat Keyman’nın belirttiği gibi çevresini bu politika ekseninde dönüştürebilmesi için öncelikle geçmişiyle yüzleşme cesaretini göstermesi gerekiyor. Çünkü hem kendisi hem de liderliğini yaptığı parti, geleneksel devletin siyasetine sıkı sıkıya bağlı ve değişime en fazla direnç göstermektedir. Kaldı ki, Ağar’ın 10 ve 12 Ağustos 2005 tarihlerinde Başbakan R.Tayip Erdoğan’ın, Kürt sorununa ilişkin tarihi açılımlarına karşı statükocu ve milliyetçi söylemlerle karşı duran koroda yer aldığı hatırlandığında bu çıkışlarının ne derece değişim ve demokratikleşme içerdiği konusu daha fazla kuşkuya neden olmaktadır. Ağar’ın, oy alma hesabıyla MİT ve polis gibi bir kısım devlet güçlerinin sözcülüğünü yaptığını söylemek daha doğru bir yaklaşım olsa gerek. Bunun böyle olması, Ağar’ın çıkışlarının demokratik zeminin güçlenmesine ve toplumsal atmosferin normalleşmesine sunduğu katkıyı hafife almayı gerektirmez. Aksine Ağar, bu söylem ve yaklaşımlarının içini dolduran ve geliştiren bir tutumla silahların gömülmesine önemli katkı sunabileceği akıllardan çıkarılmamalıdır.
AK PARTİ’DEN BEKLENEN
Bütün bu gelişmeler karşısında 2005 yazında Kürt sorununun demokratik zeminlerde çözümü konusunda açılımlar yapmaya yönelen, AK Parti lideri ve Başbakan T. Erdoğan, silahlı eylemlerin durdurulmasıyla ortaya çıkmış olan fırsatı değerlendirmekten uzak durmakta. Aslında Ağar’ın bir ölçüde yürekleri soğutan bu çıkışlarının yerine Başbakanın sorunun demokratik zeminlerde çözümü doğrultusunda irade göstermesi beklenmekteydi. Ağar ve siyasal geleneğiyle karşılaştırdığımızda AKP ve Erdoğan’ın geleneksel devlet siyasetinden daha fazla kopma potansiyeli taşıdığı bir gerçek. En azından AKP’nin kadrolarının ezici çoğunluğu geçmişlerinden bir ölçüde kopmuş, “değişim” sağlamış, bu anlamda geçmişleriyle “hesaplaşmış” kadrolar. Bu acıdan Kürt sorununda inkârcı ve imhacı siyaset yerine demokratik siyaset geliştirme potansiyeline daha fazla sahiptir.
2006 yılı AKP için Anlayış dergisi yazarlarından Ali Pulcu’nun ifade ettiği gibi, devletin çeşitli kurumlarının siyasi iradeden bir tür rol kapma yarışının yaşandığı yıl oldu denebilir. Bu yarış Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar da süreceğe benzemekte. Bu yarışın AKP’nin iktidar olmasına izin vermeme üzerine kurulu olduğu söylemek mümkün.
ASKER NEREDE DURUYOR
Özellikle askerin toplumsal ve siyasal yaşamda siyasi iradeden etkin olma durumunun değişmemesi siyaseti, hükümet ile iktidar ayrımını ortaya çıkarmaktadır. Demokratik toplumlarda ise böyle bir ayrımdan söz edebilmek mümkün değildir. Bunun en bariz bir biçimde görüldüğü konulardan biride Kürt sorunudur. 30 Ağustos’ta ordu kademesinde yaşana değişim sonrası askerler, Kürt sorununda izlenen politikanın belirleyici konumlarını tekrar açık sergiler duruma geldiler. Böylece de hükümet eden partiyi bir tür hizaya sokma tutumlarında ısrar etmekteler. AK Parti ise, seçimlere kadar olan sürede “trafik kazası” yaşamadan geçirmek için “kontrollü” bir süreç arzulamaktadır. Sürecin kontrollü çıkmasını veya trafik kaza yaşanmasını engelleyecek olan iktidar olmaya geçişi başlatmaktır. Bunun en önemli yolu da askerin toplumsal ve siyasal yaşamda belirleyici konumunun değiştirilmesidir. Bu doğrultuda atılacak adımlardan bir de Kürt sorununda çatışma sürecine son verecek, silahlı eylemsizlik süreci değerlendiren bir iradeyi AK Parti’nin göstermesidir. Oldukça geniş bir kamuoyu desteği ve arzusunun bu doğrultuda olduğunu AK Parti görmelidir. AK Parti’nin eli askeri çözüm yanlılarına karşı bu konuda diğer bir dizi konudan daha fazla güçlü. Çünkü toplumun çok geniş kesimleri cenazelerden yorgun düşmüş durumda.
AK Parti’nin Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimleri dikkate alarak bu süreci sessizlikle geçiştirmek yerine, inisiyatif alan bir siyaseti geliştirmesi ona iktidar olma yolunu açacaktır.
Özetle AKP bu süreci, basiretinin daha fazla bağlı kalmasına izin vererek, ordunun siyasetteki konumunu değiştiremeden, Türkiye’nin demokratikleşmesinin anahtar sorunu durumundaki Kürt sorununda çatışma haline son verecek bir iradeyi geliştirmeden aşamaz. En önemlisi eşit, demokratik ve özgür bir ülkede çok kültürlü, çok dilli, çok inaçlı bir toplum oluşturma yolunda bir arpa boyu dahi yol alınamaz.