KÜRT SORUNU KAPANDAN NASIL KURTULUR?

19 Kasım 2006 Radikal İki

Türkiye, son çeyrek yüzyılda, enerjisinin büyük kısmını Kürt sorunu etrafındaki çatışmaya harcadı. Demokratik çözümün gecikmesinin bedelini,  toplum çok ağır ödedi ve ödemeye devam ediyor. Her gün yeni acılar yaşanmakta, yeni yaralar açılmakta. Yaşanan acıların dinmesi ve açılan yaraların kapanması ne yazık ki kuşaklar boyu süreceğe benziyor.

Türkiye, 1984’de başlayan silahlı eylemlerin son bulması için çeşitli dönemlerde ortaya çıkan fırsatları değerlendiremedi. Kaçırılan her fırsattan sonra çatışma, daha tehlikeli boyutlara ulaşmakta ve daha geniş bir muhteva kazanmakta.

Kaçan Fırsatlar

Daha önceki fırsatları bir kenara bırakalım, 1999 yılında Kürt silahlı güçlerinin, Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla sınır dışına çıkmasıyla başlayan süreci ve fırsatı sorunun demokratik çözümü doğrultusunda yeteri kadar “kullanamayan” devlet yetkilileri, çatışmanın yeniden başlamasına fırsat tanıdılar. Kürt sorununa salt asayiş sorunu olarak yaklaşan zihniyet, silahlı eylemlerin büyük ölçüde durmuş olmasını, AB ile müzakere sürecinde gerçekleşen kimi değişiklikleri ve demokratik açılımları Kürt sorununun çözümü için yeterli gördü. Ancak bütün bunlar, Kürt yurttaşların taleplerinin özünü karşılamaya yeterli olmadığı gibi, günlük yaşamlarında karşılık bulan değişimler de olmadığı için çözüm beklentisi taşıyan Kürt yurttaşlarda büyük bir hayal kırıklığı yarattı.

 

2005 yılında yeniden başlayan çatışmanın yaratacağı sonuçları görerek harekete geçen bir grup yurttaş, 15 Haziran 2005 tarihinde yayınladıkları bildiri ile PKK’ya, “eylemlerine ön koşulsuz son verme,  hükümete de sorunun çözümü için adım atma çağrısı yaptı.  Daha sonra 10 Haziran 2005 tarihinde Gencay Gürsoy başkanlığında, 12 kişilik bir heyet, Başbakan ve hükümet yetkilileriyle bir görüşme yaptı. Başbakan’ın bu görüşme sırasında ve 12 Haziran 2005 tarihinde Diyarbakır ziyareti sırasında yaptığı açıklamalarda, kamuoyuna çatışmanın durdurulmasına kapı aralayan ciddi bir açılım sundu. Ancak Kürt hareketi bu durumu kavrayamadı. PKK, kısa süreli eylem durdurma kararı alarak, olup bitenin dahi anlaşılmasına fırsat vermedi. Daha sonra gelişen Şemdinli olayları sonrasında devlet katında yaşanan gerilim ve anlaşmalar sonucunda, Tayyip Erdoğan,  gündeminden Kürt sorununun demokratik çözümünü çıkardı.

 

Şimdi PKK, silahlı eylemlerini süresiz ve koşulsuz olarak durdurdu. Bu bir yıl içerisinde siyasi irade çeşitli nedenlerle oldukça zayıfladı ve yıprandı. Önümüzdeki dönemde özellikle Cumhurbaşkanı seçimi, genel seçim, AB ile müzakere sürecinde yaşanan gerilim ve yükselen milliyetçilik nedeniyle, AKP’nin Kürt sorunu çözümü doğrultusunda adım atmada göstereceği tereddüt hesap edildiğinde bir önceki dönem kaçırılan fırsatı daha iyi anlamak mümkün. Özetlemeye çalıştığım bu gelişmeler nedeniyle birçok insan, benzer bir sürecin yaşanacağından veya bu fırsatın da kaçırılacağından kaygı duymakta.

 

Çift Taraflı Kıskaç

 

Bu nedenle, bu sürecin de öncekiler gibi heder edilmemesi için Kürt sorununu sıkışmış olduğu kapandan kurtaracak bir yol haritasına ihtiyaç var. Türkiye’nin Kürt sorunu, başta Irak’ın işgaliyle güneyde oluşan Kürt devletinin, ABD‘nin bölge politikalarının, inkâr ve imha üzerine kurulu devlet siyasetinde direnme arzusu içinde olanların, çift taraflı basıncı ve kıskacı altında kapana sıkışmış durumda.

 

Son dönemde Talabani ve Barzani ikilisi, güneyde oluşturdukları Kürt devleti aracılığıyla Türkiye’nin Kürt sorununun ve Kürtlerin hamiliğine soyunmuş durumdalar. ABD’ye yaslanarak kendilerince rol çalmaya çalışmaktalar. ABD, Irak politikasında güneydeki Kürtleri kendine müttefik seçmede başarılı oldu. ABD, Türkiye’deki Kürt sorununa yaklaşımını hem bu ittifakı zorlamadan, hem de bölgedeki “stratejik” ortağı olan Türkiye ile ilişkilerini gözeterek, bıçak sırtında yürütmeye çalışıyor.

 

1 Ekim 2006’da yürürlüğe konulan yeni silahlı eylemsizlik kararında, ABD ve güneyli Kürt güçlerin etkin rol üstlenmeye çalışması “yeni Ortadoğu yaratma“ stratejisinde Kürtlere biçilen misyonun bir parçası olsa gerek. Bu durum, Türkiye’deki Kürt sorununa doğal olarak büyük bir negatif basınç yapmaktadır. Sorunun rahat konuşulmasını, tartışılmasını engelleyen önemli bir unsur olmaktadır. Bugün Irak’ta fiilen gerçekleşen parçalanmanın yarattığı korku, tartışmaların önüne büyük bahane olarak çıkarılmaktadır.

 

Unutulan ise, dış dinamiklerin (ABD ve Talabani – Barzani ikilisinin)  bu derece etkin konuma gelmesine sebep olanların, sorunun demokratik çözümü doğrultusunda irade geliştiremeyen yöneticiler olduğudur. Kürt sorununda çözümsüzlük siyaseti ya da imha ve inkâr siyasetinde ısrarın sonucu bu dış aktörlere davetiye çıkarıldığıdır. Küreselleşen dünyanın çözülmemiş sorunlarının da küreselleşmekte olduğunun farkında olarak “bizim sorunumuzu kendimiz çözebilme becerisini” gösterememiş olmanın faturasını, toplum olarak, bölgeye şekil vermeye çalışan güçlerin planlarının parçası haline gelerek ödemekteyiz. Sorunlarımızı çözmede beceriksiz davrandığımız her geçen gün de bu durum daha fazla pekişmekte.

 

Kürt sorununu kıskaca alan diğer bir şey ise, çözümsüzlük siyasetinde ısrar eden ve çatışmanın sona erdirilmesi için doğan fırsatların kaçırılmasında etkin rol üstlenen, değişime ve demokratikleşmeye ayak direyen, milliyetçi, statükocu güçlerdir. Bunların başında da Ordu,  YÖK ve “kızılelmacı” sosyal şoven çevreler gelmektedir. Ordunun toplumsal ve siyasal yaşamdaki etkin / “belirleyici” konumunun değişimine karşı direnenler, Kürt sorununun demokratik zeminlerde çözümüne dönük arayışların da karşısında konumlanmaktalar. Kürt sorununda imha ve inkâr siyasetinde kararlı biçimde ısrar edenler, ordunun arkasına gizlenerek bu tutumlarını sürdürmekteler. Özellikle son birkaç aydır, askerlerin izlediği siyaset göstermiştir ki, ordunun siyasal, sosyal ve toplumsal yaşamdaki konumunu değiştirmeden, ona dokunmadan, Türkiye’nin ne demokratikleşme adımlarını geliştirme şansı vardır; ne de Kürt sorununda çatışmayı sona erdirip, demokratik, siyasal zeminlerde çözüm sürecini başlatma şansı vardır. Anketlerde en fazla güvenilen devlet kurumlarının başında gelen veya üniversite açılış törenlerinde mesajları en fazla alkışlanan askerlerin konumlarını değiştirmek, hem kolay bir iş değil hem de hiç kimse böylesine güçlü konumu gönül rızası ile terk etmek istemez. Bu nedenle bu sorunun halledilmesi demokratikleşme doğrultusunda atılacak radikal ve köklü bir adım olacaktır.

 

Kapanı parçalamak için

 

Üzerinden bir aydan fazla zaman geçmiş olan, PKK’nin, eylemsizlik kararının kalıcılaşması,  silahsızlanması ve Kürt sorununun demokratik siyasal zeminlerde çözüm doğrultusunda sürecin ilerletilmesi için bu yeni, belki de son şans iyi değerlendirilmelidir. Bunun için alınan “silahlı eylemlere son verme kararı”nın taktiksel bir karar olmadığının anlaşılması gerekir. Yani Kürt hareketi, bundan sonraki süreçte bu kararın ruhuna ve mantığına uygun davranarak, dilini, yaklaşımlarını buna göre kurmak zorundadır. Kürt hareketi, kararın bozulmaması ve silahsızlanma için, kendisinden beklenenin üzerinde bir irade geliştirmek durumundadır.

 

Bu gelişmeler karşısında Kürt sorununun bu ülkenin kendi iç dinamikleriyle çözülmesi gerektiğini savunan ve son dönemde bu doğrultuda inisiyatif almaya çalışan DTP’nin,  iradesinin açık, net, anlaşılır hale gelmesine olanak verilmelidir. Böylece bu süreçte rol üstlenmeye çalışan Barzani / Talabani ve ABD gibi dış güçlerin etkisi minimuma çekilebilir.  Siyasi irade, bunun için başta DTP olmak üzere, demokratik zemindeki, Türkiyeli Kürt siyasal güçler ve sivil toplum örgütleriyle diyalog kurmalıdır.

 

Atılacak en önemli adım ise ordunun sosyal, toplumsal ve siyasal yaşamdaki konumunu korumaya dönük gerilim ve siyasete son vermesidir. Ordu dâhil bütün devlet kurumlarının,   siyasi iradenin yönlendiriciliğine tabi olması hayata geçirilmelidir. Başbakanın “durup dururken operasyon olmaz sözleri”nin gerekleri yerine getirilmelidir. Aksi durumdaysa yetki sahibi ile sorumluk sahibi ayrıştırılmış olur. Bu durumda da toplumun siyasi iradeyi denetleme, ondan hesap sorma, ona demokratik basınç yapma ve değiştirme hakları gasp edilmiş olunur. Bütün bunların olduğu yerden de katılımcılıktan ve demokrasiden söz etmek komiklik olur.