Gelecek Dergisi Nisan 2006 Sayı:31
Son aylarda solda yeni arayışlar yine revaçta. Gerek sosyal demokrat, gerekse de sosyalist soldaki boşluğu doldurmaya yönelik bu arayışlar, solun toplumsal etkisinin dibe vurmuş olması nedeniyle de hemen ilgi merkezi oluyor. Neredeyse çeyrek yüz yıldır Türkiye solu bu arayışını sonuçlandıramadı. Bu amaca yönelik yapılan tartışmalar, sürdürülen çabalar birçok insanı heyecanlandırıyor. Ortaya atılan sorular birçok insana anlamlı geliyor. Solun birliği konusunda bugüne kadar atılan adımların ve sürecin muhasebesi yapılamadığı sürece yeni girişim ve çabaların da sonuça ulaşması mümkün gözükmüyor.
Sosyal demokrat solda bu güne kadar ortaya çıkan yeni girişimler CHP’nin yerini alacak arayışlar olarak ortaya çıktı. Bunlar CHP’nin bugünkü politik ve örgütsel anlayışından köklü kopuşu sağlayan bir perspektif ortaya koyamadıkları ve daha çok D. Baykal ile anlaşmazlığa düşenlerin başını çektiği bu arayışlar olarak devam ettiği için kısa sürede içinde akamete uğramaktalar.
Solun birliği/yenilenmesi ile solda seçim ittifakları veya güç birliği gibi taktiksel adımları ayrı ele almak gerekiyor. Benim bu yazıda tartışmaya çalışacağım solun programatik/ örgütsel buluşma zeminidir. Yazımda esas olarak sosyalist solun durumunu tartışmaya çalışacağım için sol kavramını yazı boyunca sosyalist sol anlamında kullanacağım.
Neo- liberalizmin sosyal, ekonomik saldırıları, AB’yle müzakere süreci, devletin köklü yeniden yapılanması/ demokratikleşmesi, Kürt sorunu, Kıbrıs sorunu, ordunun devlet yönetimindeki yeri ve rolü, azınlık hakları, ABD’nin 11 Eylül sonrası yönelimi ve burnumuzun dibindeki emperyalist işgal gibi bir dizi konuda bugüne kadar söylenenlerin dışında yeni bir şey söylemeyen ve kitleleri bunun etrafında harekete geçirmeye beceremeyen sol projenin her hangi bir toplumsal etkisi olması ve sol dalga yaratması mümkün gözükmüyor.
Sol Yenilenme
Kimilerimiz, solun yenilenme ihtiyacının esas nedenini örgütsel güçsüzlük, politik etkisizlik veya “eski pozisyonun” yitirilmiş olunması olarak algılamaktadır. Böyle olunca az güçlenen ya da biti az kanlananlarımız için arayış tamamlanmış oluyor. Bu türden solcularımız için sorun reel sosyalizmin yıkılmasının yarattığı prestij kaybı ve 12. Eylül yenilgisinden sonra güç kaybetmeyle sınırlı bir sorun. Bu olayların üzerinde çeyrek yüzyıl geçmesine ve dünyanın bambaşka dünya olmuş olmasına rağmen durumu hala bu gerekçelerle açıklamaya çalışmak olaylara ve olgulara ne derece dar pencereden bakıldığının da göstergesi olsa gerek.
Soldaki arayışların esasını yüzyılın son çeyreğinde solun örgütsel ve politik olarak yeniden yapılanma/yenilenme ihtiyacının ortaya çıkmış olması oluşturur. Bu nedenle mevcut örgütlü güçlerin aritmetik toplamından oluşan yeni oluşumlar, kısa süre içinde sönümlenmeye, yaratılan heyecanın yitilmesine ve yeni hayal kırıklıklarının oluşmasına yol açmıştır. Sorun, mevcut örgütlü güçlerin yanyana gelmesi sürecinde onlarının aritmetik toplamının ötesinde bir enerjinin ve güçün açığa çıkarılmasını sağlayacak politik ve örgütsel yeniden yapılanma ve mücadelenin geliştirilebilmesi sorunudur.
Sol, üzerine bastığı zemini, değiştirmeyi / dönüştürmeyi düşündüğü sistemi/ düzeni doğru çözümleyebildiği ölçüde – ve yerine koymayı düşündüğü şeyi, 21. yüzyıllın gerçekline ne derece denk düşerse- yenilenme veya aynı anlama gelecek biçimde yeniden yapılanma şansını yakalayabilecektir. Sol, düşlediği ülke ve dünyayla uyumlu mücadele araçları ve tarzını geliştirerek bunu yapabilir. Bu anlamada bugün düne ayıt olan örgütsel yapılara öykünerek yada onlarının küçük kopyaları hayata geçirerek solun yenilenme/yeniden yapılanma imkanı yoktur.
Solun yenilenmesi, Kapitalist küreleşmenin hegomanyası altında geçeceğe benzeyen 21. yüzyıllın ilk çeyreğinin mağdurlarının isyanının örgütlenmesi ve mücadelesi içinde olacaktır. Sol bunu nasıl yaparsa o türden de sol olacaktır. Bir anlamda arayışın düğümlendiği nokta burasıdır.
Milliyetçik/ Ulusalcılık Solu Kemiriyor !
Türkiye sol hareketinin bu tarihsel dönemde içinde bulunduğu manzara, hiçte iç acıcı değil. Her şeyden önce sol yapıların ve çevrelerin büyük bir kısmı, Kapitalist küreselleşmeye karşı mücadeleyi ulusalcı /Milliyetçi yaklaşımla yabda 20 yüzyılla ait mücadele anlayışı ve tarzıyla yürütmeye çalışmakta. Dolayısıyla bugün solu kemiren ya da solun yenilenmesinin önündeki en büyük engeli oluşturan, mefhumlarının önemlisi ulusalcı/ milliyetçi yaklaşımlardır. Solun bu yaklaşımlara meyil etmiş cenahının AB sürecine, neo liberalizmin tahribatına itirazda ve küreselleşme karşı mücadelede ileri sürdüğü argümanları inceldiğimizde açık veya örtük bir biçimde milliyetçiliği, ulusalcılığın soğuk yüzü ile karşı karşıya gelmekteyiz. Toplumun geniş kesimlerinden egemen olan “değişim” eğilim karşısında solun bu kesiminin statükocu bu tutum, toplumda aslında -değişim adresi olan/ olması gereken- solun tamamının değişimin karşında durduğu yanılsamasını yaratmakta.
Bu durumun ortaya çıkmasında Türkiye sol hareketle uzun süre ayrı kanallardan yürüyen aydın hareketinin sol liberalizme kaymasının da büyük etkisi var. ÖDP’nin kuruluşuyla birlikte solla ortak kanaldan akma fırsatını yakalayan aydın hareketi kısa sürede bu kanalı terk etti. Türkiye’nin kapitalist küreselleşmeye entegrasyonu ve özelliklede AB’yle müzakere sürecinin başlamasıyla birlikte, aydınlar içinde sol liberalizm oldukça güçlendi ve aydın hareketinin solla etkileşim zemini büyük ölçüde ortadan kalktı. “Sol”un, ulusalcı/ milliyetçi ve statükocu eğilimlerine karşı bir ölçüde tepkisellik içine giren entelektüel kesimler, sol içersinde daha özgün yere sahip ÖDP gibi siyasal oluşumları, yok sayma yada kendi tutumlarından farklı olanları sol görmeme gibi tepkisel noktaya savruldular. Aydın hareketinin bu durumu bugün solun fikren besleneceği kanalların, nefes borularının tıkanmasına yol açtı. Bu, solu kemiren milliyetçi/ ulusalcı yaklaşımların ağır darbelerine karşı solu uzun vadede korunaksız bırakacak, zayıf düşürecektir. Solun uzun süredir fikri bir tutulma içinde olduğunu düşündüğümüzde bunun boyutları kestirmek daha kolay olacaktır.
Bu noktada demokratik, özgürlükçü sol cenah, bir taraftan sol içindeki ulusalcı/ milliyetçi “sol akımlara” karşı mücadele vermeli, kendini onlardan kalın çizgilerle ayrıştırmalı, diğer yandan da sol liberal eğilime karşı ideolojik dayanaklarını güçlendirmeli. Aksi takdirde ne kendini yenilemeyi başarabilir, ne de bugün sağın elinde bulunan değişim bayrağını alabilir. Solu sol yapan şey değişim gücü olmasıdır. Bu konumunu yitiren sol, toplum tarafından –bugün olduğu gibi- statükocu olarak görülmeye devam edilecektir.
Yenilenmenin Adresi ÖDP
ÖDP, solda yenilenme projesi olarak ortaya çıktı. Toplumun geniş kesimleri tarafından da böyle algılandı. Bunu solun ana damarlarını ortak politik ve örgütsel bir çatıda buluşturarak ve söz konusu toplumsal muhalefet güçlerinin ortak politik çizgide buluşmalarını sağlayarak yapmaya yönelmişti. Aynı zamanda bu toplumsal hareketleri geliştirmek, derinleştirmek, yaygınlaştırmak ve güçlendirmek öncelikli hedefiydi. Bu yöneliminin eteğe kemiğe bürünmesi solun yenilenmesi kanalını açacaktı. Böylece solda etkin, güçlü bir politik odağın/ merkezin oluşumu sağlanacaktı.
- yılda geriye dönük baktığımızda bu hedeften oldukça uzak noktada bulunulduğumuz bir gerçek. Bunun nedenleri üzerinde önemle durulmalıdır. Ama ÖDP’nin solda kendinden önceki birikimlerin de taşıyıcısı olarak dönüşümün kapısını araladığını, politik ve örgütsel olarak önemli açılımlar ve kazanımlara yol açtığını da gururla belirtmek gerek. Bence bu kazanım ve açılımlar solun dogmatik, monolitik kabuğunu kırmasına ve 21.yy’ın sosyalizminin köşe taşlarının oluşumuna yol açmıştır. Bu topraklarda çoğulculuğu, pozitif ayrımcılığı, enternasyonal mücadeleyi, başka türlü bir örgütsel yapılanmayı, örgüt içi demokrasiyi görünür kılan ÖDP olmuştur. ÖDP’nin aynı zamanda gelişen toplumsal hareketlerle kıskançlıktan uzak bir ilişki kurmayı becererek, rekabetçi anlayışın solda uzaklaşmasına önemli katkı sunduğunu söylemek mümkün.10 yıl sonra hala sosyalist solun yenilenme ihtiyacı esas olarak büyük bir sorun olarak orta yerde durmakta. Durumu böyle tarif etmediğimizde, ya kendi kendimiz tekrar etmeye başlayacağız ya da dünden hafızamızda kalanlara yönelerek 21. yy’ın gerçeklerinden kopacağız.
Demokratik ve özgürlükçü sol, bugün -girişte vurgulamaya çalıştığım gibi- ulusalcı ve milliyetçi soldan köklü kopuşunu sağlayan bir mücadele hattını adım, adım ören eşitlikçi, özgürlükçü bir yaklaşımla, aydın hareketini etkisi altına almış olan sol liberalizme karşı ideolojik mücadele sürdürerek ve kendi zemini güçlendirerek solun gelişiminin toplumsal zeminleri olan sosyal, toplumsal hareketleri kelimenin gerçek anlamıyla geniş bir biçimde inşa etmelidir. Ancak bu hareketler içinde, başka bir dünya başka bir Türkiye mücadelesinin politik muhtevasında ortaklaşılan sol güçlerle ve yeni ilişkilerle yeniden yapılanmayı gerçekleştirilebilir. Kısacası solun yenilenmesi/yeniden yapılanması ne her hangi bir sol küme yada yapının tek başına kendi doğrusal gelişimiyle gerçekleşecek, ne de bu yapıların yanyana gelmesi bu amaca hizmet edecektir. Toplumsal değişimi/dönüşümü sağlama kapasitesine sahip toplumsal hareketler kendi politik zeminlerin gelişiminin önünü açmış olur.Sol bu toplumsal hareketleri inşa etmeyi başarabildiği ölçüde kendini yenilemeyi/yeniden inşayı başardığı gibi, etkin politik güç olmasının yolu da bu sosyal mücadele alanlarını var etmesi, bu alanlarda var olmasından geçer. Güçlü politik odağın sol liberalizme kaymış aydınları etkileme şansı da artacaktır.
Bu çizgi toplumda değiştirici/ dönüştürücü ve inandırıcı bir güç olma fırsatını, siyasi mücadelenin modern olanaklarını kullanarak yakalayabilir. Elbetteki bu olanaklardan biride seçimlerdir. Seçimler sözü ve güçü en etkin bir biçimde kullanmanın bir yoludur. Bunun nasıl olacağı seçimlerin yapıldığı siyasal ve toplumsal koşullara göre değişir. Bizim gibi seçim barajlarının çok yüksek olduğu koşullarda ya politik bir odağı inşa etmeye dönük seçim çalışması yapılır ya da sözümüzü, güçümüzü parlamentoya taşımaya dönük seçim taktiği izlenerek seçim ittifakı yapılır. Bu yollardan hangisinin izleneceği ise her zaman konunun taraflarının ortak iradesine bağlıdır. Yoksa 3 Kasım seçimlerinde olduğu gibi güçlü politik odak inşa için yolla çıkıp, bugün mesamesi dahi okunmayanlarla baş başa kalmak mümkün.
Tarihimizde çok sıklıkla gördüğümüz işin kolayından politik güç odağı olmaya çalışmanın sonuç alıcı bir hat değildir. Son günlerde bütün solun gözünü diktiği, gıpta ettiği Latin Amerika’da solun umut olmasının arkasında nasıl bir mücadele süreci olduğuna baktığımızda ve bunu kavradığımızda yürümemiz gereken yolu buluruz. Bence bu yol Türkiye’nin de Solun geleceği olabilir.