Gelecek Dergisi Ocak 2006 Sayı: 28
Son günlerde siyasal gelişmelerin günlük akışı içersinde sesiz sedasız tartışılan konulardan biri de çalışma alanına ilişkin yapılmak istenen düzenlemeler üzerine sürmekte. Tartışmalardan biri Eylül ayı başında Türk-İş tarafından hazırlanan “Anayasanın Çalışma Hayatını Düzenleyen Hükümleri İle İlgili Değişiklik Önerileri, Taslak Görüşü” başlıklı rapor üzerine.Daha önce AB yetkilileri tarafından geçiştirilen sendikal mevzuat konusu öne çıkmaya başladı. AB sendikal haklara ilişkin eleştirilerini İLO normları üzerinden sertleştirdi. Hükümet, AB müzakere sürecinin bir parçası olarak 2881 Sayılı Sendikalar Yasası’ndaki değişiklikleri gündeme getirdi. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bu doğrultuda hazırladığı taslağı işçi sendikalarının görüşüne sundu.
Bakanlığın hazırladığı taslakta bu güne kadar sendikaların dile getirdikleri eleştiriler ve öneriler dikkate alınmamıştır. AKP hükümeti, bir çok yasa değişikliğinde olduğu gibi bunda da kuralı bozmadı. Kısmi iyileştirmelerle bir tür göz boyamaya devam etmektedir. 12 Eylül yasasının esasını koruyan bir yaklaşımla yapılmak istenen değişiklikler sendikal mücadelenin ve örgütlenmenin önündeki engelleri kaldırmaktan oldukça uzaktır. Bugüne kadar değişik hükümetlerin yaptığı gibi parça parça düzenlemelerle yapılacak iyileştirmelerle çalışma yaşamını düzenleme çalışması nafile bir çapa olacaktır. 12 Eylül askeri yönetimi tarafından çıkarılan 2821 sayılı sendikalar kanununun gerekçesi olan mantık terk edilmeden yapılacak değişikliklerle en azından İLO normlarına uygun bir sendikal yaşamın oluşması mümkün değildir. Çünkü 12 Eylül’ün paşaları sadece sendika yasasını değil çalışma hayatına ilişkin bütün yasaları esas olarak denetlenebilir bir sendikal hareket yaratma amacına uygun bir biçimde hazırlatmışlardır. Bu prensibi değiştirmeden sendikalar yasasında yapılacak iyileştirmeler çalışma hayatında çok fazla bir şeyi değiştirmeyecektir. Çünkü anayasadaki anti-demokratik kısıtlamaları yasal değişikliklerle aşmak mümkün değildir.
Bu nedenle her şeyden önce çalışma yaşamına ilişkin anayasadaki kısıtlamalar ve anti demokratik içerik ortadan kaldırılarak demokratik, çoğulcu, özgür, katılımcı ve etkin sendikal önü açılabilir. AKP hükümeti, 12 Eylül hukuku ve anlayışıyla kökten hesaplaşmanın bir sonucu olacak yeni bir Anayasa yapmayı göze al(a)madığı için yamalı bohçaya dönen bugünkü anayasa çerçevesiyle sınırlı bir değişikliğin sınırları yukarıda sıraladığımız niteliklere uygun sendika yasası hazırlamaya olanak vermeyecektir.
Anayasada yapılaca değişiklikler sonrasında başta Sendikalar Yasası, Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Yasası , Kamu Görevlileri Sendikaları Yasası olmak üzere çalışma yaşamını doğrudan ilgilendiren gibi bir dizi yasanın yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Özellikle ilk üç yasa birlikte ele alınmadan yapılacak değişiklik büyük bir yanlışta ısrar etmek olacaktır. Başka bir ifadeyle bugün olduğu gibi bu yasalara ilişkin ayrı ayrı değişiklik hazırlığı yapılması çalışma yaşamının evrensel normlara uygun düzenleme yapılmak istenmediğinin açık ifadesidir.
Bu nedenle; yasa taslağındaki işçi ve kamu görevlisi ayrımına son verilmelidir. İLO’nun defalarca yapmış olduğu uyarı dikkate alınmalıdır.Neredeyse Dünyanın hiçbir ülkesinden olmayan bu ayrım çalışma yaşamını bölmekte, çalışanların ortak mücadele ve örgütlenme isteklerine yasak getirmektedir.
Sendikal mücadeleyi anlamlı ve etkin kılan en önemli şeylerin başında çalışanların ayrımsız sendika üyesi olma hakkının tanınması gelmektedir. Sözünü ettiğimiz her üç yasa taslağı birlikte ele alınmadığı için, çalışanların geniş kesiminin bu haktan mahrum bırakılmasının devam edilmek istenip istenmediğini söylemek mümkün değil. Ancak yasa taslağına damgasını vuran yasakçı anlayışta hareketle bu alanda da çok fazla bir değişikliğin olmayacağı sonucunu çıkarmak mümkündür. Aynı biçimde sendikal örgütlenmenin bir gereği olan grev hakkının kullanımının sınırlarının korunup korunmadığı belli olmadan özgür ve etkin bir sendikal örgütlenmede bahsedebilmek söz konusu olamaz. Bu nedenle taslak yasakçı ve sınırlayıcı anlayıştan arındırılmalıdır.
Taslak metinde sendika üyesi olmada noter şartı kaldırmakta. İstifada ise korunmakta, İstifanın geçerli sayılma süresini 2 aydan 3 aya çıkarılmakta.Bunlar özgür sendikacılıkla ve evrensel normlarla çelişmekte, bir tür noter uygulamasına devam etmek anlamına gelmektedir. Noter uygulaması tümden kaldırılmalıdır. Sendikal örgütlenmenin önünde en büyük engel olan %10 işkolu barajının korunması yada tamamen kaldırılmaması durumunda yapılacak yasa değişikliğinin sendikal örgütlülüğün gelişmesine ciddi bir katkısını beklemek ham hayalcilikten başka bir şey olamaz. Keza buna grev uygulamasının zorlaştırıcı, sınırlayıcı ve yasaklayıcı düzenlemeleri de eklediğimizde sendikal örgütlenmenin nasıl bir girdap içinde bulunduğu daha kolay anlaşılabilir. Sendikal baraj kaldırılmalı ve Grev yasası demokratikleştirilmelidir.
Taslak 12 Eylül’ün ürünü olan ve güçlü sendika yaratma bahanesiyle işyeri ve meslek sendikacılığını yasaklayan, iş kolu sendikacılığını tek seçenek olarak kabul eden, toplu iş söyleşmesini ise işyeri esasına göre yapmayı dayatan ve çoğulcu sendikacılığı yok sayan, yasakçı bir zihniyeti sürdürmeye devam etmektedir. Sendikal hareket ve mücadele ancak çoğulcu bir zeminde gelişimini sürdürebilir.
Taslak, sendikaların işleyişlerini en ince ayrıntıya kadar belirlemeye çalışarak, tek tip sendikal örgütlenmeyi dayatmaktadır. Bugün bir çok ülkede sendika ve benzeri örgütlenmelerin iç işleyişleri kendi tüzüklerine bırakılmış durumda. Taslak metin sendika içi işleyişe o derece müdahale edici bir tarzda hazırlanmış ki bugün hiç bir sendikanın uygulamadığı, sendika işyeri temsilciliğinin atama yöntemiyle belirlenmesini korumaya devam etmekte. Uluslararası sendikaya üye olabilmeyi İçişleri ve Dışişleri Bakanlığının iznine tabi kılarken bu örgütlerle yurt içinde yapılacak faaliyetler için de aynı makamlardan ayrıca izin öngörmektedir.
Yapılan değişikliklerin en vahimi ise sendikalarının işverenlerden maddi destek almalarına izin verilmesidir. Böylece patron destekli güdümlü sendikalar yaratılmasına vize verilmekte. Bu uygulamayla pıtrak gibi sarı sendikalar kurulmaya başlanacaktır. Sendikaların mali denetimlerinin özel kuruluşlara devredilmesi uygulamasına da izin verildiğini düşündüğümüzde doğacak sonuçları kestirmek zor olmasa gerek.
Sonuç olarak AKP hükümetini çoğulcu, özgür, demokratik, katılımcı ve etkin bir sendikal mücadele ve örgütlenmeye uygun düzenlemeye yapmaya zorlayacak güç, böyle bir düzenlemeye ihtiyacı olanlardır. Bu nedenle sendika yöneticilerinin masalarının üzerindeki sumenlerin altında duran taslak metin işçilerin bilgisine ve tartışmasına sunulmalı, zaman geçirilmeden bu doğrultuda çalışanların ortak mücadelesi örgütlenmelidir.
AB ile yürütülen müzakere sürecinde uluslararası sendikal ilişkilerin bu doğrultuda harekete geçirilmesine paralel emek örgütlerinin ve güçlerinin ortak mücadelesi ile sonuç alınabilir. Yoksa sendikal kulislerle sınırlı bir yaklaşım, verilenle yetinmek zorunda kalacaktır.