BirGün Gazetesi 16 Aralık 2005
10 gün önce 30 kişiden oluşan Yurttaş Heyeti Hakkari, Yüksekova, Şemdinli ve Van’da bir dizi görüşmeler yaptı. Dört ayrı yerde Vali, Kaymakam, Belediye Başkanlarıyla yapılan görüşmelerin yanı sıra sivil toplum örgütleri temsilcileri ve halkın geniş katılımıyla toplantılar yapıldı. Yurttaş Heyeti üç gün boyunca edindikleri izlenimlerini ve çıkarttıkları sonuçları basın toplantısıyla kamuoyu ile paylaştı.
Sözü edilen bölge, Kürt sorununun siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel her yönü ile ve bütün boyutlarıyla çıplak olarak yaşanan ve görülen bölge. Kamu alanı tam anlamıyla askeri güçlerin egemenliği altındadır. Sivil idarenin hiçbir kademesinin etki ve otoritesinden söz edebilmek mümkün değil. Kamusal alandaki sivil görevliler bir tür yasal prosedür gereği görev başındalar. Kaymakam, emniyet müdürü, savcı, yargıç bir cümle sivil idare yeni mezun genç ve deneyimsiz insanlardan oluşurken askeri görevlilerin rütbesi bu genç kuşağı altında ezecek kadar üst rütbelilerden oluşturulmuş. 25-30 yaşlarındaki deneyimsiz bir kaymakam, bir binbaşı karşısında ne derece yerel otorite olabilir.
Batıda bir çok kentin askeri bölgelerin tepelerinde M. Kemal’in “Ne Mutlu Türküm Diyene” veya “Türk Öğün, Çalış Güven,” gibi sözlerinin yazılı olduğunu bilirsiniz. Doğu’da ise “Tek Ülke,Tek Bayrak, Tek Dil” yazılarıyla bölgede yaşayan Kürtlerin anadil istemlerine “devletin” yanıtını görmek mümkün.Yurttaşlarla yapılan toplantılarda Kürt hareketinin bölge insanı üzerindeki politik hegemonyası açık bir biçimde görülmektedir. 1984 sonrasında gelişen mücadele bölge insanını politikleştirmiş, siyasetin toplumsallaşması denilen olgu yaşamda karşılığını üretmiş.Toplantılarda tüm konuşmacılar sorunlarını kısa süre içersinde net, anlaşılır ve ortak bir yaklaşımın diliyle ifade etmeyi öğrenmiş durumdalar.
EŞİT YURTTAŞLARIN TALEBİ
İstisnasız tüm konuşanlar, Kürt hareketinin 1999 yılından itibaren geliştirmeye çalıştığı stratejiyi benimsediklerini ortaya koydular. Konuşanların “Türkiye’den ayrılmak istemediklerini, Türkiye Cumhuriyeti Anayasal vatandaşlığı altında eşit yurttaşlar olarak yaşamak istediklerini vurgulayan konuşmaları bunun açık göstergesidir.
Aslında bu durum bir taraftan milliyetçi çevrelerin elinde büyük bir koz olan “bölünme fobisini” ortadan kaldırırken, Kürt yurttaşların ısrarla bu konunun altını çizmek zorunda kalmış olmaları ne derece baskı, ezilmişlik altında olduklarını da göstermektedir. Batıdan gelen yurttaşlar aracılığı ile herkese bir kez daha bölücü olmadıkları mesajını vermeye çalıştılar. Bunu öyle yapıyorlar ki sanki hiçbir dönem biç bir Kürt böyle bir talep ileri sürmemiş, böyle bir talebi dillendirmek gibi “saçma” bir şeyi hiçbir Kürt istemez gibi bir davranış sergiliyorlar. Kürtlerin bir kesimi ayrılma isteğinin yarattığı / yaratacağı sorunlar ve sonuçları görerek, farkına vararak bu talepten vazgeçmiş olmalarının yanı sıra kanımca bunu böyle yapmalarının önemli bir nedeni de üzerlerindeki Kürt hareketinin etkisini gizlemeye çalışmalarıdır.
Böyle bir durumda olmaları Kürtlerin ayıbı olmaktan çok Türkiye’nin ayıbıdır. Çünkü 21. yüzyılda hala kim ne istiyorsa onu her hangi bir sınırlamaya tabi olmaksızın ifade edememesinin veya onun için örgütlenmesinin mümkün olmamasının bir sonucudur. Örgütlenme ve düşünceyi ifade etmenin sınırları Kürtlerin bir kesimi için hala yasak kapsamındadır. Bu yasaklar bir anlamda Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgede şizofrenik bir durumu ortaya çıkarmaktadır. Bölgede, bilinen Kürt hareketi, PKK ve Abdullah Öcalan gerçeği yokmuş gibi davranılarak, sorunun kıyısından dolaşmaya devam edilmekte. Böyle olduğu için çatışma ortamının son bulması isteği yaşamda karşılık bulmamaktadır. Herkesin konuştuğu, tartıştığı ve farkında olduğu bu gerçeğin adını koymaktan kaçınmak aslında yürünmek istenen yolu tıkamaktadır.
Çözüm Adresi
Şemdinli olayları sonrasında ve bugünlerde kamuoyunda sıkça tartışılan, Mesut Barzani’nin bölge insanı üzerindeki etkisinin ve var olduğu iddia edilen bölgeye dönük planlarının halk arasında ciddi karşılığının olmadığını gördük. Aksine Irak’taki gibi dış güçlerin müdahalesi ile bulunacak çözümün çözüm olmadığının konuşmalarda öne çıkması hem hareketin ağırlığını gösteren hem de çözümün Türkiye’ye özgün olacağının işretini vermiştir.
M.Barzani’nin, ABD’ni ziyareti sonrası daha da görünür olan Türkiye’de Kürt sorunun eskisi gibi çözümsüzlük içinde sürmesinin imkânsızlığı, sonrasında yaşanan gelişmeler bir arayışın ipuçlarıdır. Belirsiz olan yeni dönemin siyasetini nasıl kurulacağıdır. MİT Başkanın, M. Barzani ile ve Öcalan’la görüşmesi de savcının Öcalan’ı ziyareti de, son günlerde ABD istihbarat örgütlerinin Türkiye’de yaptıkları görüşmeler de bu konudaki hamlelerin birer parçasıdır.
Recep Tayyip Erdoğan’ın Kürt sorunu ve Kürt kimliği üzerinden yaptığı çıkışlar, başlattığı tartışmalar bir adım ileri iki adım geri taktikleri bir yönüyle de toplumun ve devletin Kürt sorunundaki milliyetçi, şoven yaklaşımlarını törpülemeye yeni döneme uygun toplumsal zemini oluşturmaya dönük taktikler olarak okumak mümkün.
Tabi ki Türkiye’nin yeni dönemde oluşturmaya çalıştığı Kürt siyasetinin ana ekseni bölge politikasının bir parçası olacaktır. Bu nedenle önce Türkiye’nin Irak politikasına bir çeki düzen vermek önceliği vardır. Artık Türkiye ne Irak Kürtleriyle ne de Irak Türkmenleriyle ilişkilerini bugüne kadar olduğu gibi kurabilecektir. Bu yöneticiler tarafından kabul edilmiş durumda. Sorun Kürt sorununda izlenecek siyasette düğümlenmektedir. Gerek ABD gerekse Türkiye PKK’siz çözüm arayışında. Belirsiz olansa buna Irak Kürtlerinin liderlerini ne derece ikna edebilecekleri veya böyle bir çözümün gerçekten çözüm olabilme şansı ne kadardır. Bölgenin ortaya koyduğu gerçeklik bunun çözüm olmasının oldukça zor olduğu gerçeğidir. Üç günlük incelememiz sorunun çözüm adresinin veya iradesinin içeride olduğunu bir kez daha gösterdi.
Türkiye Kürt sorununa, PKK’sız, Öcalan’sız çözüm arayışında ısrarına devam ettiği sürece kendi Kürtüne yabancılaşmakta, daha fazla ABD’ci ve Barzanici olmakta. Çözümün yol haritası bu iki şıktan hangisinin tercih edildiğine bağlı olacaktır.
Ya Amerikancı çözüm ya da 15 Haziran 2005 tarihinde 150 imza sahibinin kamuoyuna ilan ettiği gibi “Silahlı eylemlere son verilmesiyle istisnasız herkesi demokratik toplumsal yaşama, eşit yurttaşlar olarak katılımını sağlayacak düzenlemenin yapılması” çözümü.