BİRGün gazetesi, 15 Ağustos 2005
150 Barış girişimcisi adına geçtiğimiz Çarşamba Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile görüşen heyette yer alan ÖDP Genel Bşk. Yrd. Hakan Tahmaz, görüşmenin barış umutlarını arttırdığını belirterek, ”AKP’ye sorunun çözümünün ABD, kaynağının Kandil dağında aramaktan vazgeçerek çözümün de kaynağın da bu ülkede, Ankara da olduğunu ifade etmek istedik” dedi.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır gezisi öncesi, ‘silahlar sussun, barış için gerekli yasal düzenlemeler yapılsın’ çağrısı yapan 150 kişilik imzacı grubun temsilcileri ile yaptığı görüşme, geçtiğimiz haftanın gündemini belirledi. Temsilciliğini Prof.Dr. Gençay Gürsoy’un yaptığı grup 15 Haziran’da PKK’ye koşulsuz silah bırakma, Hükümeten’de barış için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması çağrısında bulunmuştu. Görüşmenin içeriği hakkında en sağından soluna çok farklı yorumlar yapıldı. Yurttaş girişiminin örgütlenmesinde önemli rol oynayan, Başbakanla yapılan görüşmede de yer alan ÖDP Genel Başkan Yrd. Hakan Tahmaz ile barış girişiminin ortaya çıkış sürecini ve gelinen noktayı konuştuk.
Barış girişimi nasıl ortaya çıktı?
Yaklaşık bir buçuk yıl süren, Kürt sorununa ilişkin bir şeyler yapılması gerektiği üzerine tartışmalar, girişimler nihayet 2005 Mayıs sonunda daha belirgin hale geldi. Her gecen gün artan çatışmalar, operasyonlar ve milliyetçi linç girişimleri son 5 yıldır yaşanmakta olan kısmi barış ortamının hızla bozulmaya başladığını gösteren işaretlerdi. AKP hükümetinin sorunun çözümü doğrultusunda demokratik ve siyasal irade koymaktan çok Kürt sorununu asayiş sorununa indirgeyen politikaları karşısında çözüm iradesini oluşturmak için bir grup arkadaşla birlikte çalışma başlattık.
Bu grubun içinde Prof. Dr. Gencay Gürsoy, Gazeteci Nuray Mert, Tayfun Mater (BAK Sözcüsü), Erol Kızıler (SODEV 2. Başkanı), Sevgi Gögçe (KESK YK Üyesi), Hüseyin Yeşil (TMMOB Y K Üyesi), Faruk Sevim (TMMOB), Ufuk Uras (Öğretim Üyesi), Kenan Çamur (Yazar), Osman Kavala (İş Adamı), Zeynep Tanbay (Sanatçı) ve ben bulunuyorum. Bu grup imza metnini hazırladı, imzaları topladı ve Mayıs sonundan bu güne kadar yapılan bütün çalışmaları planladı, koordine etti.
15 Haziran’da 150 imza ile yayımlanan silahlar sussun çağrısı ile ne amaçladınız?
Türkiye’nin en köklü ve temel sorunu olan Kürt sorunun demokratik çözüm iradesinin ortaya çıkması ve kalıcı barışın sağlanması için her şeyden önce çatışmaların son bulmasını amaçladık. Bununla yetinmedik kalıcı barışın ve Kürt sorunun çözümü için herkesin demokratik toplumsal yaşama dâhili için hükümetin yasal düzenlemeler yapmasını istedik. Bu nedenle bir kez daha PKK’nın silahlı eylemlere son vermesini istedik. Burada bir konunun altını çizmek istiyorum; biz hiç kimseye silahları bırakın çağrısı yapmadık. Gerek çağrı metnimizde gerekse bu girişimin baştan beri sözcülüğünü yapan Prof. Dr. Gencay Gürsoy hiçbir zaman bu çözcüğü kullanmadı. Bu tesadüf değil, politik bir tercihtir. Çünkü bence böyle bir çağrı ancak Kürt sorunu diye tarif ettiğimiz sorunun çözüm mücadelesinin demokratik zeminlerde zerrece sınırlama olmadan yürütülebildiği koşullarda yapılabilir. Daha açık ifade ile siyasal mücadelenin sınırsız olanaklı olduğu koşullarda yapılabilir. Bir anlamda biz PKK’dan silahlı mücadele yerine demokratik siyasal mücadele etmelerinin olanaklarının ve zeminin yaratılmasının fırsatının verilmesini istedik. Daha önce yapılmış olan ateşkes süreçlerinde sonuç alınamamış olması bu noktada bir problemdir.
Çağrınızın tek taraflı olduğu gibi eleştiriler aldınız, buna ne diyorsunuz?
10 Ağustos 2005 Çarşamba günü Başbakanla yapılan görüşme çağrının tek taraflı olmadığını göstermiştir. Kürt sorununa ilişkin öne sürülebilecek ve gerçekleşebilir her türden talep hükümete iletilmiştir. Biz 15 Haziran 2005 tarihinde yaptığımız çağrıda hem PKK hem de hükümete çağrı yaptık. Öncelikle PKK’nın silahlı eylemlere son vermesini istedik. Doğrudur kalıcı barış için daha fazla özveriyi PKK’dan istedik, hükümetten istemedik. Çünkü barışı en çok isteyenlerin ve özleyenlerin daha fazla özveride bulunması kadar doğal bir şey yoktur. 80 yıldır inkâr ve imha politikası yürütenlerden özveri beklemek kadar da tuhaf bir şey yoktur.
Çağrınız sonrası çatışmalar yoğunlaştı, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Maalesef kaygılarımızda haklı çıktık. PKK başta çağrılarımıza pozitif yaklaşarak önemli bulduklarını, değerlendireceklerini ifade etmelerine rağmen somut ve kesin bir yanıt verilmedi. Silahlı eylemler, bombalamalar arttı. Kanımca PKK, çağrımızın hükümet çevrelerinde ve geniş kamuoyunda ne türden bir etki yarattığını görmek istedi. Biz bu süreçte Kürt çevrelerinden ve çok değişik kesimlerden beklediğimizden çok daha büyük bir destek gördük. Tabi ki sosyalist çevrelerin büyük çoğunluğu beklediğimiz gibi karşı bir noktada konumlandılar. Ancak bugün somut bir gelişme yaşanmamış olunsa da kanımca çağrımızla bir süreç başlatıldı. O da Kürt sorunun kalıcı çözümü için ve çatışmaların durması için atılması gereken ilk adımın ne olacağını yeniden tartışma gündemine bizim çağrımız getirdi. 10 Ağustos 2005 Çarşamba günü Başbakanla yaptığımız görüşme sonrası bu umut daha da büyüdü.
Başbakanla niçin görüştünüz?
15 Haziran 2005 günü 150 imza ile yaptığımız çağrının bir tarafı hükümete yönelikti. Her şeyden önce Kürt sorunun çözümü için siyasal iradenin ortaya çıkması gerekir. AKP hükümeti 3 yıla yaklaşan iktidar döneminde Kürt sorununu tamamen askere havale eden ve güvenlik sorununa indirgeyen bir hat izledi. Tek bir AKP ya da hükümet yetkilisi bu konuda tek bir cümle etmedi. AKP hükümetin bu tutumunu Başbakan Norveç’te, “düşünmezsen Kürt sorunu yoktur” biçiminde özetledi. Bu nedenle hükümete sorunun bir asayiş, terör sorunu olmadığını, toplumsal, siyasal, kültürel, sosyal bir sorun olduğunu bir kez daha ifade etmek ve bunun demokratik bir biçimde çözümü için irade olmasını istemek için görüştük. Yani AKP’ye sorunun çözümünün ABD, kaynağının Kandil dağında aramaktan vazgeçerek sorunun çözümünü de kaynağını da bu ülkede, Ankara’ da olduğunu ifade etmek istedik.
Peki, ifade edebildiniz mi?
Ettiğimizi düşünüyorum. Başbakanlıkta yaklaşık 3 saatlik bir görüşme yapıldı. Bu görüşme yapılmadan önce yaklaşık bir ay boyunca çeşitli AKP yöneticileriyle, hükümet yetkilileriyle ve Başbakanlık bürokratlarıyla yaptığımız görüşmelerde bu görüşmenin alt yapısını oluşturduk. Bir tür AKP’yi kuşatma hareketi yaptık. AKP’nin Kürt sorunu konusundaki sessizliğini bozmaya, bölge insanın sesine kulak vermesini sağlamaya dönük görüşmeler yaptık. Ben bu konuda başarılı olduğumuz kanaatindeyim. AB sürecinde yapılan kimi yasal düzenleme ve değişiklikler sonrasında birçok kişinin ortak kanaati, hatta Kürtlerde ortaya çıkan eğilim Kürt sorununun çözüm yoluna girmiş olduğuydu. AKP’nin adını koymadan çözüm doğrultusunda adım atmaya başladığı görüşü yaygındı. 17 Aralık sonrası yaşanan gelişmeler ise böyle bir şeyin olmadığını birçok örnek ile gösterdi. TCK’ da yapılan ve 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren Abdullah Öcalan’a yönelik özel yasa ve uygulamalar, Eğitim Sen’in kapatılma davası, bölgede seçilmiş yerel yöneticilerin devlet protokolüne dâhil edilmemesi ve ayrımcılık yapılması, Kürtçe TV yayınlarının içinin tamamen boşaltılması, hızla yaygınlaşan ve insani boyutu kalmamış bölgeyi saran operasyonlar, Uğur Kaymaz olayı gibi birçok örnek gösterilebilir. Kürtler dışında bu duruma yüksek sesle itiraz eden ya yoktu ya da var olanların sesi her zamanki gibi duyulmuyordu, itirazlar görülmüyordu. Bizim girişimlerimiz sonucu son iki aydır hükümetin demokratik açılım yapmasının gereği yüksek sesle konuşulmaya, hükümetin ve Başbakan’ın tutumu gazete köşelerinde ve TV programlarında daha yaygın eleştirilmeye başlandı.
Görüşme öncesi bizi ve imzacılarımızı kaygılandıran en önemli olay bildiğiniz gibi görüşme öncesinde Genelkurmay Başkanı “teröre karşı sivil toplum örgütleriyle topyekün savaş” çağrısı yapmıştı. Terörle mücadele yasasında değişiklikler ve daha geniş yetki talep etmişti.Bu konuda hükümetten çok net açıklamalar gelmemesi bizi daha fazla kaygılandırmaktaydı.
Kaygılarımızı haklı çıkaran bir görüşme olmadı. Birincisi, ilk kez Kürt sorunu gibi kritik bir konuda böylesine geniş, farklı fikirlere sahip insanlarla uzun sayılacak resmi bir görüşme yaparak hükümet cesaretli bir adım attı. Hükümet toplantıya bence iyi hazırlanmıştı. Başbakanın açış konuşması ortamı oldukça rahatlattı. Başbakan daha önce çok sıkça duyduğumuz terör ve PKK üzerine yapılan hamaset tarzı bir konuşma yapmadı. Bence resmi dilde değişikliğe gitmeye çalıştığı dikkat çekmekteydi. İkincisi ilk kez bir Başbakan sorunu Kürt sorunu olarak tanımladı. Sorunun çözümün demokratik açılımlar yoluyla çözümü net ve açıktı, ancak somut değildi. AKP, “düşünmezsen Kürt sorunu yokturdan, evet Kürt sorunu vardır; bunun çözümü de diğer toplumsal sorunlar gibi demokratikleşme ile olabilir” düşüncesine ulaşmıştır. Ben bunun bütünüyle Diyarbakır gezisiyle sınırlı bir taktik adım olduğu kanaatinde değilim. Başbakan’ın konuşmasının içinde bu düşüncemi güçlendiren çeşitli emareler var. AKP Kürt sorununda çözümsüzlük siyasetinin kendi sonunu hızlandırıcı bir işlev gördüğünü erken kavradığını düşünmekteyim. Bir türlü ABD’ den istediği desteği alamaması, 3 Ekim süreci, çatışmaların ekonomide ortaya çıkaracağı sonuçlar, özelliklede turizm sektörünü vurması, etnik toplumsal gerilim ve çatışmaların gelişmesi, büyük kentler doğru kayan eylemler ve nihayetinde AKP’nin oy aldığı seçmen kitlesinin küçümsenemeyecek bir kesiminin beklentilerine yanıt verememiş olması yarattığı daralmayı giderecek en uygun alanın bu alan olduğuna karar vermiş olması AKP’yi başka türlü bir siyaseti belirlemeye zorlayan etmenler diye düşünmekteyim. Başbakan gerek Diyarbakır’da gerekse bizimle yaptığı görüşmede bunun çerçevesini ortaya koydu. Bunun içinin nasıl dolacağı esas sorundur. Çözüm sürecinin ilerleyip ilerleyememeğini önümüzdeki dönem hükümet, devlet ve toplum içersindeki çatışma ve mücadele belirleyecek. Bu acıdan bu çağrıyı yapan heyete, Kürt sorunun demokratik çözümünden yana olan güçlere önümüzdeki dönem önemli görev ve sorumluluk düşmektedir.
Başbakan’a hangi talepleri ilettiniz?
Biz Başbakanla görüşmede ana metnimize bağlı kalmayı uygun bulduk. Heyet adına sözcümüz Gencay Bey metnimizin amacını ve hükümetten talep ettiğimiz herkesin toplumsal yaşama katılımını ve kalıcı barışı sağlayacak düzenlemeler yapmasını talep ettiği gibi, Genel Kurmay Başkanı’nı ve 2. Başkanı’nın demokratik kazanımları ortadan kaldıran talepleri konusundaki hassasiyetimizin altını çizdik. Özellikle Diyarbakır’da yapacağı konuşmasının içerinin sorunun çözüm sürecinde oynayabileceği rolüne vurgu yaptı. Daha sonra söz alan tüm arkadaşlar genel çerçeveye bağlı kalarak Kürt sorunun çözümü konusunda değerlendirme, öneri ve sorunları aktardılar. Hemen hemen her türden sorun dile getirildi. Bunlar basına yansıdı. Bu sorunların çözümü doğrultusunda ve demokratikleşmeyi geliştirici bir tarzda atılacak adımlara sahip çıkılacağı vurgusu yapıldı. Başbakan bütün öneri ve görüşleri çok rahat bir biçimde dinledi. Sorunun çözümü doğrultusunda atılacak somut adımlara ilişkin ise her hangi bir şey söylemedi. Genel Bir çerçeve çizdi. Çerçeveyi “demokratik açılımlarla, anayasal ve demokratik cumhuriyet” zemini olarak tanımladı. Diyarbakır gezisinde Belediye Başkanı Osman Baydemir’i ziyareti noktasındaki hassasiyetin arka planında çözüm sürecinde hükümetin (en azından bugün için) Kürt kesimleriyle bir muhataplık ilişkisi kurmaktan temkin etmesi olarak yorumlamak mümkün. Bu süreçteki en kritik sorunu bu nokta oluşturmaktadır. Hükümetin Kürt hareketi adına herhangi bir muhataplık ilişkisi kabul etmeden ya da doğrudan ya da dolaylı bir ilişki tesis etmeden süreci ilerletilmesinin mümkün olmadığı bir gerçekdir. Bu nedenle Mehmet Ağar gibi kimi kişiler hükümete adres olarak Öcalan’ı göstermeye başladılar. Ben bu sorununda çözüm sürecinde aşılabileceğini düşünmekteyim. Yine görüşmede ilginç olan bir başka nokta, Başbakan’ın her hangi bir değerlendirmeye veya öneriye karşı daha önceki Başbakanlar gibi anında kontur tutum geliştirmemesidir. Bu diyalogun gelişmesine hizmet eden bir tutumdur.
Başbakanın Diyarbakır gezisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle şunu belirteyim PKK‘nin Çarşamba günü bizim görüşmemizden hemen sonra Başbakanı protesto etme kararını kaldırması ve Diyarbakır Belediye Başkanı’nın, Başbakan’ın gezi programına dâhil olması, küçük ama barış sürecine katkı sunan jestler olarak ele alınmalı diye düşünüyorum. Bizi barışa bu tür küçük adımlar ulaştıracaktır.
Başbakan’ın Diyarbakır’da yaptığı konuşmayı esasında Çarşamba günü başlatılan sürecin bir devamı olarak görüyorum. Konuşmasının bazı sorunlu yanlarına rağmen ana temasının demokratik çözüm olması ve özeleştirel bir tutum takınmasını da çok önemli görüyorum. Bence tek vatan, tek bayrak, tek ülke vurgusunda yer alan tek millet vurgusunun konuşmada yer alması konuşmanın yapıldığı yerin Diyarbakır olmasına yormak istiyorum. Aksi halde özellikle tek millet vurgusu, Kürt sorunu ve Kürt kimliği tanımayla çelişir ve bu yaklaşım sorunun çözümünü imkânsız hale getirir. Ancak ben AKP’nin bir süreci başlattığını ve geriye dönüşü zor bir yola girdiğini düşünüyorum. Geri dönüşü kendi sonu olacaktır. Bu yolun demokratikleşmeye ne derece açık olacağını güçler dengesi belirleyecektir. Örneğin sosyalist sol sorunu devrim sonrasına havale ederek ileriye doğru atılan adımlara sırtını dönmeye, sosyal demokratlarımız da daha fazla statükoculuk ve devlet koruyuculuğu yapmaya devam ederse bu sürecin ilerleyişi çok daha zor olabilir. Deniz Baykal’ın MHP gibi tutum alması bunun en iyi örneğidir. Bu nedenle, bu süreçte solunda kendisini bir bütün olarak gözden geçirmesi gerekmektedir. Tabi ki bu sürecin önünü açacak olan PKK silahlı eylemlere bu sürece şans vermek için son verme kararı olacaktır. PKK bizim çağrımızdan sonra hükümetten küçük bir adım beklediğini bu adım atıldığında gerekli yanıtı vereceği ilan etmişti. Bence bizim beklediğimizde daha büyük adım attı. Kürt Sorununda siyasi irade olacağını kamuoyuna ilan etti. Bunun zor bir şey olduğun farkındayız. Ama bunu başarmak barış için atılacak en büyük adım olacaktır. Böylesi bir adım herkesten çok bizim üzerimize büyük bir sorumluluk yükleyecektir. İlk açıklamadan sonra bize en çok sorulan bir soru vardı: İkinci adımınızı ne zaman atacaksınız, bir kuşkulu bakış vardı. Adım görüldü. O nedenle şimdi daha bir güvenle söylüyorum ki, sürecin önü açıldığında bu işin yürütücüleri çok daha cesaretli adımlar atmaktan ve sürecin gereği olan girişimlerden geri durmayacaktır.